Binbir Gün, Binbir Gece

Merhaba, yazmayalı fazlasıyla uzun zaman oldu. Gerek okul telaşesi, gerek bir takım gelgitler bir süredir yoktum. Araya binbir olay girdi tabiki. Sanırım en akılda kalıcı olanı günlerce süren "Gezi Olayları"ydı. Bunun yanında Suriye kaynamaya devam etti, Mısır'da darbe oldu ve Mursi devrilerek yerine cunta hükümeti kuruldu.

Ortadoğu kaynıyor, Türkiye kaynıyor. Suriye sınırı karışık, her gün mültecilerin gelişi artıyor, serseri kurşunlar can yakmaya devam ediyor. Tüm ülke gergin, siyaset yine sert ve acımasızca çıkarına göre yoluna devam ediyor. Hani bu kadar çok karmaşa, keşmekeş varken bir de İstanbul nemi ve sıcağından bahsetmek abesle iştigal midir bilemedim, ama bahsetmiş olalım da.

Her neyse bu yazı böyle bitsin ama yakında yazmadığım günlerin acısını çıkarırım umuyorum. Hoşçakalın...

Doksanlar Falan Filan...

Son dönemlerde popüler olan nostalji merakı, geçmişi yüceltip bugünü yadırgama tutkusu tüm hızıyla devam ediyor. Günümüzün ne kadar berbat ve pis olduğunu; insanların duygusuzlaştığından falan bahsedip hayali bir kötülüğe savaş açıyoruz, sanki bugünleri biz yaratmamışız gibi. Olumsuzlukları başkalarına maledip kenara çekilmekte de üstümüze yok sanırım insan ırkı olarak.

Önce 70'ler dalgası vardı, şimdi 80'lere döndü ibre, şimdilerde günümüzün kuşağının da etkisi ile hava birden 90'lara döndü gibi. E bu da hoşuma gitmiyor değil hani, 80'lerde dünyada olmayan benim için pek de malzeme yok bahsedecek bir 90'lar evladı olarak.

90'lar da dizi olarak yansıtılacakmış denilene göre, düşünüyorum da 90'lar ne ifade ediyor benim için? Pek de cevap veremedim desem yeridir. Açıkçası akıp giden zamanı dilimlere ayırmaktan, efsane nesil olmakla övünmekten de hazzettiğim söylenemez. Zaman akıp gidiyor, biz onu ne kadar takvimlere bölsek de o bütünlüğünden taviz vermiyor. Asıl garip olan da bir zaman "eski" diye hevesle atıp "yeni"sini tercih ettiğimiz şeylere özlem duymamız değil de nedir? Hiç bir şey eskide kalmıyor. Ne insanlar, ne nesneler eskimiyor, biz onlar acımasızca eskitirken değil de arkamıza baktığımızda özlüyoruz.

Bana kalırsa özlem duygusunun asıl sebebi nesneler, insanlar değil de bizzat kendimiz olsa gerek. Yıllarca eski bayramlar diye diye ağız şapırdatan yaşlı insanlar, eski bayramlarda yaşanan yoksulluğu, kıtlığı özlemiyor herhalde. İnsanlar çocukluklarına, gençliklerine özlem duyuyor, eski anıları yadediyor, eski her nesne aslında o günleri hatırlattığı için seviliyor, eski olduğu için değil.

Öyle olmasaydı şimdilerde sadece geri kalmışlığın sembolü olan kömür sobası neden özlensin? Eski moda akımları, şarkıcılar, şarkılar, filmler, insanlar, her şey; o günleri hatırlatan bir bahane. Arkaya bakarak yürümektense önüme bakıp şimdinin tadını almak lazım.

Bırakın da Ezanlar Türkçe Okunsun!

Evet bırakın ezanlar Türkçe okunsun. İnsanlar 80 desibel sesten dahasını anlasın, ne dendiğini anlasın ki her gün 5 kere neden ezan okunuyor bunun cevabını bulsunlar.

Dinlerin ilk gönderildiğindeki diller ile güncel kullanımda olan diller arası uçurumdur,din adıyla kandırılışlarımızın sebebi. Ne okuduğunu, ne duyduğunu bilmeden okumalardır bu günkü yozlaşmış din anlayışının sebebi.

Bakınız Avrupa'nın yıllar önce çözüp kenara attığı bu sorun yüzyıllar sonra hala ülkemizde bir düğüm halinde. İnsanlar anlamadıkları şeyleri üstünkörü seslendirip aslında ilk başta kendi kendilerine ihanet ediyorlar. Ezbere okuduğu Kuran'ın içinde ne yazdığını bilmeyen, şehadet getirip neye şahadet ettiğini bilmeyen "Taklidi Müslüman" sayısı hiç de az değil. İşte Avrupa'da reformla yırtılıp atılan din ve dindar arasındaki kara perde, ülkemizde hala yerinde ve hala insanlar hacı-hoca tayfasının muskası peşinde koşmakta; cemaatlerden medet umup dini yoz amaçlarına alet etmekte.

Türkçe ezan okundu diye feryat figan edenlerin derdi nedir? Allah büyüktür demenin, haydi namaza demenin ne ziyanı var? Ezan sonuçta Allah kelamı değil, rivayete göre bir rüya sonucu ortaya çıkmış bir metin. Kaldı ki ayet bile olsa önemli olan dillendirilen lisan değil, içeriğidir. Ne yazık ki biçimciliğin bizi esir aldığı şu asırda din de biçimciliğe kurban gitmiş durumda. Mesela düğünde, ölümde, sünnette Mevlit okutanların kaç tanesi Mevlit'in kutsal bir metin değil de bir manzum eser olduğunu biliyor?

Her müslümanın evinde, özellikle de ülkemizde Kuran vardır şüphesiz. Her evde Kuran yüksekçe bir yerde, kapalı, örtülü halde kalır. Toz kondurulmaz ama hiç açılıp okunmadığı için tozludur genelde. Bizzat tecrübe, gidin kendi evinize bakın hemen. Tamam her şeyi orijinalinden okumak daha iyi olsun ama ya hiç okumamak? Buna ne demeli? Ramazan aylarında Kuran okunur camilerde, evlerde; kim dinledikten sonra merak edip de "Bu kadar ayet dinledik ama ne demiş Rabbimiz bize?" diye soran, tercümesini okuyan kaç kişi var? Saygı güzeldir ama bu saygı değil. Asıl saygısızlık Kuran'ı okumayıp sadece bilinmeyen bir dildeki sesletimini dinleyip ağlamak. Ağlıyorsun ama bu kitap ağla diye değil, oku diye; anla diye var.

İbadetin, okumanın, ezanın Türkçe okunmasına karşı temel argüman şu: "Efenim asıl dilindeki, orijinalindeki anlam kayboluyor". Hadi oradan! Düşünün ki yabancı film ya da kitap mevzu bahis olsun. Bu kitap/film ne için var? Okuyalım, izleyelim, anlayalım diye. Peki şu söylenebilir mi, "Biz filme dublaj yaparsak; orijinali bozulur, biz bunu orijinal dilinde yayımlayalım, anlayan anlasın artık." Şu an Arapça taraftarlarının dediği bu. Peki ne oluyor böyle olunca? Lisanı olanlar anlıyor anlamasın da olmayanlar, anlayanların dediklerine inanmak zorunda. Başka alternatifi de yok! Her türlü çarpıtıp kandırmaya müsait durum. Hele bizim ülkemizde bolca olan fakir ve eğitimsiz, şehirlerin banliyölerinde binlerce insan yaşayan ülkelerde.

Sonuç ortada.

Allah Belanı Versin Biyokimya!

Birisi "Pala, bana biyokimya ile ilişkini açıkla" derse sanırım bu dersle olan seviyeli ilişkimizi en net özetleyen cümle bu olurdu. Belanı versin, varsa da versin yoksa da versin.

Aslında bunu daha önce de yazmayı düşünmüştüm ama ertelemiştim, sanırım şu an masadan yeni kalmış olarak, biyokimya hakkında yeterli duygu yoğunluğuna sahibim. Hayır zaten ezber yeteneği sıfır sularında gezinen birisi için olabilecek en zor bölümde okuyorum, zaten okul şimdiden uzadı, hem de biyokimyanın etkisi burada oldukça yoğun. Kargacık burgacık notların arasında kafayı yememe ramak kaldı, bunu hissediyorum.

Hele şu İstanbul'un insanı boğan havaları da şimdiden başladı. Ankara böyle değildi be; cidden böyle değildi, olmazdı. Masa başına oturunca terlemeye başlıyorum, odam hamam gibi, vize yaklaşıyor. Anlayacağınız zaman da; mekan da aleyhime işliyor.

Neyse yazınca bir nebze rahatladım sanırım.

İşte böyle.

Kevser Okuyan Muhabbet Kuşu ve Başka Birkaç Şey

Dinleyelim bakalım
Geçen haftalarda izlediğim bir videodan bahsediyorum. Muhtemelen izlemişsinizdir, Diyarbakırlı bir muhabbet kuşu (sözde) Kevser Suresi'ni okuyor. İlginç sayılabilecek bir şey ama video dikkatli izleenince aslında tamamen sahte-saçma bir video olduğu anlaşılacak kadar da amatör bir yapım. Muhtemelen arkadan birisi kuşa dublaj! yapıyor. Daha da ilginci ise videoya yapılan yorumlar;

"Bu ülkede güzel şeyler de oluyor, Allahu Ekber!"

Ciddi anlamda ibretlik bir yorum. Bu ülkede onca rezalet olurken, hala böyle saçma montajlarla avunmamız taktire şayan değil de nedir? Bilmiyorum ama mutlu olmak için bahaneler uydurmakta üstümüze yok. 2000 krizinde işsizlik %20'leri aşıp, nefes almak dahil vergilendirince sesini çıkarmadı bu millet. Aman devlete zeval gelmesin. Aman aman!

Fransız uçakları vurunca Kaddafi düşecek diye sevinen Libyalılar; Amerikan işgali altında ne namus, ne vatan ne şeref bırakılan Iraklılar; basit bir provakasyonda Muhammed'e hakaret var diye ayağa kalkarken sonuna kadar sömürülmeye ses çıkarmadılar. Çok basit bir Doğu milleti kafası. Türkiye, Irak, Mısır, Suriye... Aynı.

***

Bir köşede yıllarca bu vatanın ekmeğini yiyen, Orhan Gencebay, Kadir İnanır, Hülya Koçiğit; öte yanda bu vatanı elleriyle, tırnaklarıyla çekip çeviren Anadolu halkı. Onların açılım denen rezalete çanak tutması, bizim de karşı çıkmamız o kadar doğal ki. Biz bu vatan için çalıştık; onlar kaymağını yedi. Bu ülke kolay kurulmadı, öyle 3-5 acemi demogog ve 3-4 Yeşilçam eskisi ile kimse "çöküş süreci"ne razı olup susmayacak, ki zaten susmuyorlar.

Daha 90 yıl önce gördük biz bu filmi, yaralar hala taze.

***

Efendi hazretlerinin emriyle milli içkimiz ayran olmuş. Bu aşamada yapılması gereken bunu bir yasa önerisiyle taçlandırmak. Akp'li vekiller önerge için sıraya girmiştir bile, ben ne diyorum ki. Birkaç gün içinde ayran içip poz veren ünlüleri görmek de olası.

Ama çok içmeyin paşalar, çarpar. Su katın, sek ağır oluyor.

***

Bu sıralar Survivor milletçe birinci gündem maddemiz. Peh, bizim zamanımızda BBG Eray vardı, bir de gitar çalıp ünlü olmaya çabalayan Melih vardı. Hele hele, donuk konuşmasıyla "Doğa Bey" vardı; Acun kimmiş? Semra Kaynana ile, oğlu Ata'yla büyüdük biz!

Şaka bir yana bu yarışmaların en çok zararı katılanlara oluyor sanıyorum. Bir gün gelecek herkes ünlü olacak sözünün bu kadar gerçek olacağını bilmiyordum, sanırım söyleyen de tahmin edemezdi. Sahte bir şöhret dalgası, para, ün; varlığı güzel de ani düşüş yaşayanların sonu kötü oluyor. Şimdilerde bateri çalan bir çocuk görünüyor solda-sağda. Anne babsının görmemişliği onu da bitirecek. Yazık ki 3 gün sonra unutulunca eşekten düşmüşe dönecek.

***
Bu kadar.

Overlok Makinası Ayağımıza Gelme Artık


Yıllardır kulaklarımız aşina, "Hanımlar müjde, overlok makinası ayağınıza geldi, halılarınız, kilimlerini...". Artık gelmeyin arkadaş, yeter. Bizden size iş çıkmayacak. Nafile. 81 il ve tüm vatan sathında durmadan mücadele eden bir overlok birliği var sanki...

"Amacımız tüm ülkede ve yavru vatan KKTC'de overloksuz halı, kilim, yolluk ve paspas bırakmamak! Bu yolda; her sokak, her mahalle arasında araçlarımızla gezip; sinir edici, kepaze bir kadın sesiyle çığırtkanlık yapacağız. Bu yolda durmaksızın mücedele edeceğimize, tüm yıpranmış halı ve kilim saçakları üzerine yemin ederiz."

Bilmiyorum belki de bunun arkasında bir şey var. Belki de misafir mantığı güdüp;
"Yıllardır biz sizin ayağınıza geldik, bir kere de iade-i ziyaret yapmadınız." diye içlerinden kızıyorlardır. Evet sanırım kabul etmeliyiz ki, overlokçu dostlarımızı yıllar yılı yalnız bıraktık. Evet, bizim suçumuz. Hadi bugün onlarla kucaklaşalım!

***

Blog yazmaya başlamadan önce yalnız kelimesini yanlış yazdığımın farkında değildim açıkçası, imla denetimini kullandığım her seferinde altı çizili "yanlız" kelimesi uyandırdı beni. Hayır, bunca yıldır okuyorum, Türkçe'den edebiyata; Lgs'den, Ygs'ye her türlü sınava girmeme rağmen koca eğitim sistemi bu açığımı bulamamış. Yahu nereye gidiyor bu ülke, ne olacak bu eğitim sistemi???

Bu arada Blogger'ın "blog" kelimesini yanlış kabul etmesi de ne biçim bir saçmalıktır? Neymiş "blok" yazacakmışız. Utan koca Blogger seni!

***

Geçen gün hayatımın hatasını yaptım. Derse geç kaldığım için genelde pek kullanmadığım sokak arasından giderek yolu kısaltmayı hedefliyordum. Ama ne yazık ki çabuk varmak, ekstradan 15 dakika daha geciktim.

Nereden bilebilirdim ki sokakta cuma pazarı kuruluğunu? Hayatımda uzun süredir o kadar çok kadını bir arada görmemiştim sanırım. O yoğunluğu yarmak için yoğun çaba sarfetmeme rağmen olmadı, başaramadım. Ayrıca kadınlardaki alışveriş hırsına da bir kez daha şahit oldum. Alışveriş yapmak üzere yola çıkan bir grup kadın ülke bile fethedebilir tahminimce; o ne cesaret, o ne azimdir arkadaş?

***

Bu kadar.

Erkek Adam Tayt Giymez


Çok doğru, erkek adam tayt giymez. Hele geyikli tayt; aman aman!
Geyikli tayt meraklısı kadınları eleştirirken güzel de, taytlarıyla arzı endam eden Marvel süper kahramanlarına ne demeli?

Süpermen sanırım bilinen ilk taytlı süper kahraman. Batman, Spiderman...
Liste uzun; tamam takım elbise giymelerini beklemiyoruz da rahatlık için tayt giyen, rahat diye babet de giymeye kalkarsa n'apacağız? Babetleriyle kötü kovalayan babetli süper kahraman! Pek de ciddiye alınacak bir görünüş değil! Kahramandan çok ılık görünümü gibi olurdu sanırım.

Peki ya telefon kabinlerinde kıyafetini çıkarıp taytını giyen Clark Kent'i görseniz ne tepki verirdiniz acaba? Korkunç bir manzara, kelli felli bir adam, alelacele soyunup taytını geçiriyor, pelerinini takıyor. Cık, hayır gelmez Süpermen'den bize. O değil, işi bittikten sonra ne yapıyor? O halde tayt-pelerin kombinasyonuyla dolanacak değil ya; acaba üstünü çıkarıp katladığı telefon kabinine gidip tekrar mı değişiyor üstünü? Cık, hiç karizmatik değilsin be Süperman!

Hepsini geçtim de zor zamanlarında Süperman kostümünü nereden buluyorsun adamım, entel boyununda beliren fular gibi kendiliğinden mi oluşuyor nedir? Belki de içlik niyetine giyiyordur taytı-pelerini. Kış günü iyi de yazın yakar be evladım.

Bir Bardak Su ve Yarım Limon


Biliyor musun, sen yokken ne konuşmak ne de yazmak geliyor içimden.

Bilmiyorsun muhtemelen, bilmeni de istemiyordum zaten. 

Elimdeki bir bardak su ile ne yapacağımı tahmin bile edemezsin. Bir bardak su diyip geçme öyle. Bununla neler yaparım neler...

Önce dolabı açıp ne zamandan kaldığı bilinmeyen kokmuş, pörsümüş yarım limonu alacağım; öldüresiye sıkıp suya damlatacağım. Ekşi damlaların dağılışını ve kayboluşunu izleyeceğim usulca.

İşim bittiğinde seninle; ne su o eski berrak su, ne de o limon limon kalabilecek. Su ben; limon sen. Ne sen eskisi gibiyim ne de sen.

1 Mayıs Korkusu

Dinleyelim bakalım
Proleterlerin, emekçi sınıfın birliği; para babası kapitalistlerin  korkulu rüyasıdır. Bir amaç uğruna birleşmiş ve tek yürek olmuş yığınlar her zaman güçlü ve yenilmezdir. Para sahiplerinin tek çıkarı bu emekçi sınıfı bölüp-parçalayıp etkisiz hale getirmektir.

1 Mayıs da işçi hareketinin sembol günlerinden. Ayrıca Taksim'de yaşanan kanlı 1 Mayıs da bugüne anlam yükleyen başka bir olay. Geçmişte kurşun sıkılıp yine de bitirilemeyen bu ruh, birlik ruhu günümüzde de yasaklarla, engellemelerle sindirilmeye, etkisiz hala getirilmeye çalışılıyor. Geçmişte Taksim'in yıllarca kutlamalara kapalı tutulması bir yana şimdi de inşaat çalışmaları bahenesiyle Taksim kutlamalara kapatılmaya çalışıyor. Kimse bana bunun olağan bir durum olduğunu; yasaktan ziyade bir zorunluluk olduğunu anlatmasın. Bunu kimse yemez bu saatten sonra.

Ülkemizde siyasal iktidarlar ne yazık ki hiçbir zaman emekçilerin, ezilenlerin değil de sömürücülerin yanında olmuştur, ve yine ne garip ki şu anki iktidarın oy deposu addedilen yerler düşük gelirli işçi-emekçi-memur yerleşimleridir. Bunda; şüphesiz gözüne din perdesi çekilmiş vatandaşların etkisi de büyük.

"En eski zamanlarda bilgili, görgülü yönetici sınıflar, kitleler üzerinde sürdürdükleri yalanların bir sözcüğüne bile inanmazlarken, dinden, düzenin korunmasının ideolojik kuvveti olarak faydalanmıştır." demiş Georges Politzer. Günümüz için ne kadar doğru olduğunu söylememe gerek yok sanırım. Geri kalmış toplumların kaderi budur işte.

Ülkemizde ne zaman bir sendikal hareket filizlenecek olsa, bir seviyeden sonra iktidarın güdümüne giren hayasız ve utanmaz tepe kadroları yüzünden hiçbir hareket amacına ulaşamamış, birilerinin çıkarı için oyuncak olmuştur sadece. Kimi zaman da sırf belli çıkarlar için sarı sendikalar kurulup başta da belirttiğim birlik bölünüp emekçi birlik zayıflatılmaya çalışılmıştır. Bunlara en bariz örnek de sanırım "Memur-sen" denen çöplük.

Memur-sen ülkeden memurlara mikroskobik boyutta zamlar yaparken ses çıkarmayan; konu türban olunca milyonlarca imza toplamaya kalkan sarı sendikanın tam karşılığı. Bu kadar gücün ve kudretin vardı ey Memursen; neden bu gücünü memurlara grev hakkı için, daha özgür bir ülke için, insani oranlarda bir zam için kullanmadın? Bu sana sorulmayacak mı? Böyle içi boş dinsel argümanlar sadece sorunu örtmek için yıllardır gözümüze tutulan perdelerden başkası değil.

Memursen 1 Mayıs'ı Çanakkale'de kutlama kararı almış. Kararı kimin dikte ettiği de malumunuz "efendileri" olan siyasal erkler.

Tüm emekçiler işçi/memur/öğrenci bir olmalı, sağlam durmalı. Haklar için-özgürlükler için bu zaruri bir durum. Birlik olmalıyız; bir olmalıyız ama "efendisi" para babaları ve iktidar olan değil, gerçek birlikler olmalıyız. Olmalıyız ki para babaları daha çok korksun!


Akil Adamlara Neden Karşıyım?

Bir soru ile başlayalım. "akil adamlar komisyonu" önerisini ilk dillendiren kimdi?
Garip gelecek ama akil adamlar fikrini ortaya ilk atan Chp ve Kemal Kılıçdaroğlu idi. İsmi olarak benzer olmasına rağmen bugünkü akil adam organizasyonunun ve görevinin Chp'nin ortaya attığı görüşle alakası yok. Neden karşıyım/karşıyız bir de ona bakalım.

Chp'nin önerdiği akil adamların görevi şuydu, belli yörelerin sevilen, sayılan, halkla ilişkisi iyi olan kişileri bir grup kuracak ve bu grup sokağa inerek halkın nabzını tutacaktı. Kendi görüşlerini halka aktaracak, halkın düşüncelerini ve görüşlerini de süzerek bir rapor haline getirip meclise sunacaktı. Peki bugünkü hükümet borazanlığı yapan sakil adamların bu fikirle en ufak bir ilgisi var mı, yok.

Akp Chp'nin tüm önerilerine kulak tıkamaktan başka bir şey yapmadı. Hatta ve hatta; Kılıçdaroğlu diyalog çağrısı yaptığında Bdp ve Chp ittifakından bahsedip Chp'yi Pkk'nın vagonu olmakla suçladı. Silahlar sussun diyenlere, ret cevabı verip sınır ötesi harekat izni alıp, Pkk kamplarını bombaladı.

Neden sonra günümüze geldiğimizde Akp yine çark edip, bu sefer de barış lafını ağzına doladı. Diyalogdan ve silahların susmasından bahsetmeye başladı. Pkk ile görüştüğünü iddia edenlere ateş püskürüp, kısa süre sonra "görüşürüz size ne?" tavrı takındı. Öcalan bir anda siyasal muhatap ilan edilip, devlet tarafından "Kürt Halkı Temsilcisi" nişanesi takıldı, garip ama devlet eliyle.

Sürecin gelişimini özetlemeye çalıştım. Sizce de bu kadar kısa sürede,  Erdoğan ve hükümet söyleminin bu kadar değişmesi normal mi? Değil, bu işin içinde bir iş var. Bu işin içinde Amerika parmağı var.

Şimdi gelelim akil adamlarımıza, İslamcı/Kürtçü tayfasından seçilmiş; tarafsız/halktan taraf olamayacak adeta militan köşe yazarı-düşünür-yazarlarla bu iş olmaz. Toplumla aynı telaşı, aynı dertleri ve çekinceleri taşımayan, sadece çıkarlarına göre konum alan bu insanlar akil falan olamaz. Tek dertleri iktidara olabildiğince yakın olup, kendileri güvenceye almak olan bu adamların toplum tarafından sevilmediği de bir gerçek. Nereye gitseler protesto edilip yuhalanacakları gerçek.

Ülke zor duruma düşse emin olun ilk kaçanlar şimdi köşelerinde ahkam kesen sözde akil adamlardır. Bunların derdi ülkenin hali değil, deri cüzdanları ve sağlam konumlardır. Tek görevleri var. Hükümete olabildiğince zaman kazandırıp halkı uyutmak, kandırmak, iktidar propagandası yapmak. Eğer dertleri 2. paragrafta bahsettiğim gibi olsaydı zaten bu kadro kurulmazdı.

Ağzından salyalar saçarak Türklüğe nefret kusan, vatan-millet kavramından bihaber, kişiliksiz kuklalar unutmasın; tarih bu rezaleti de not düşüyor bir yerlere. Aşağıladığınız, hor gördüğünüz, sömürdüğünüz Türk mileti sizi de alaşağı edip yere serecek. Şimdilik sefanızı sürün. Follow my blog with Bloglovin

Bir Şeyler Yazmalı Bazen

Dinleyelim bakalım

Açıkçası bu yazıya başlarken ne yazacağım konusunda pek de fikrim yok. Bir şeyler denemek lazım bazen. Hayatımın en kötü zaman dilimini geçirdiğimi daha önce de yazmıştım. Akademik hayatımda sıkıntılar yaşadım, okulum uzadı, birazcık dış dünyadan koptum. Ama sanırım artık biraz daha iyiye gidiyor. Nereye gidecek bilemiyorum.

Bir de bugünkü Behzat Ç bölümüne ayrıca değinmek istiyorum. "Ne bölümdü yahu!". İzleyenler beni anlayacaktır eminim. Özel güvenlik teröründen, üniversitelerdeki yemek ücreti zamlarına; badem bıyıklı polis müdürüne, selamün aleykümleşmeye kadar ince değil, gayet kalın mesajlar vardı. Bu ülkede kurgu bile olsa olanlara ufaktan dokunduracak insanlara öylesine ihtiyaç duyuyoruz ki.

Akil adamlarla ilgili fikrimi zaten daha önce yazdıklarımda net olarak açıklamıştım. Halkın da genelinin böyle düşündüğünü biliyordum zaten. Sonuçta dün, önceki gün basında yer alan(açıkçası ana akım medyada es geçilen) haberler de bunu doğruladı. Aklı başında hiçbir vatandaş; bir grup sözde akil tarafından belli fikirlerin kendisine dikte ettirilmesine müsaade etmez. Etmemeli.

Diğer bahsetmek istediğim nokta da TC ibaresinin kaldırılması meselesi. Biliyorsunuz ki ilk olarak Sağlık Bakanlığı'nda patlak veren olayda Erdoğan habersiz olduğunu iddia etmişti, kim inandı bilemem tabiki. Bu sefer de ibretlik bir çarkedişle TC ibaresinin geri takılmasından rahatsız olduğunu açıkça söyledi. Şüphesiz ki bu hareketlerinde akilli vatandaşlar için bir uyarı var. Abd diktesiyle işlenmeye çalışılan bir planı bu millet sindirmez, sindirimez, kabul etmez. Zorla ağzına tıkılırsa da, gereken yere kusar bu saçmalığı; ki böyle de oluyor, olacak.

Sanırım haftanın en sevilen zaman dilimi herkes için cuma akşamıdır. Önümüzde 2 günlük tatil var. Tabiki cumartesi çalışanlar da var. Olsun. Herkese iyi tatiller, akilli günler...

Akil Adamlar Tiyatrosu

Akil adamlar denen güruh ortaya çıktığından beri hemen her gün haberler yapılıyor. Çoğunun belli bir senaryoya göre tezgahlanan hikayeler olduğu o kadar açık ki. Yine ve yine basın kullanılarak dimağlara taciz başladı. Amaç tabiki algıları bulandırıp istenilen frekansa ayarlamak.

Daha önce Akil Adamların Amacı NE? yazımda da vurgulamıştım. Bu oyunun, bu saçmalığın amacı halkı yapılmak istenen oyuna alet etmek; "Halk istedi biz yaptık" yalanına zemin hazırlamak.  Hayır halk istemiyor, %58 destek var dersen eğer neye dayanarak bu saptamaya ulaştın derler adama. Farkında olmadan referandum falan mı yaptınız? Ya da yandaş şirketlerden birine ısmarlama anket mi yaptırdınız? Muhtemelen ikincisi.

Takip edenler mutlaka izlemiştir, Mardin konulu bir haberde tema şuydu; "Barış süreci etkisi ile oluşan olumlu hava ile şehre gelen turist sayısı arttı". Bu tema çevresinde yapılan(daha doğrusu yazılan) haberde benzer "barış süreci" vurgusu 5-6 kez yapıldı. Oradaki 3-4 esnafla da konuşularak bu tez sağlamlaştırıldı. Basın bu kadar adi olmamalı. Ismarlama haber yapıyorsunuz bari inandırıcı olsun be kardeşim. İki iddia var; 1- turist sayısı arttı, 2-Bu artış barış sürecine bağlı. İlki tamam da ikinci yargıya nereden ulaştınız? Cevap yok.

Hatırlarsanız Trt geçen seneye kadar her yaz başı, tam bu aralarda bir haber okurdu. "Pkk terör örgütü bitme noktasına geldi".  Her yıl papağan gibi tekrarlanan basmakalıp bu cümleyel terörün bitmeyeceği anlaşıldı sanırım. Ama şunu da anlamalısınız; barış süreci, barış süreci diyerek de Pkk bitmez. Pkk ancak ve ancak uzun soluklu ve amansız bir silahlı mücadele sonucu bitirilir. Bittiği 2000'li yıllara bakınız, anlayacaksınız.

Tekrar (s)akil adamlar meselesine gelirsek ilkeli(!)  basınımızın yine ısmarlama haberdeki başarısını göreceksiniz. Tüm illerde aynı sahne, 3-4 vatandaş; yanlarında (s)akil adamlar oturmuşlar. Ortam samimi, anadolu şivesi konuşan bir kadın "terör bitsin, kan akmasın" tarzı bir şeyler geveliyor. Ve bunu da halkın %58'i süreci destekliyor diye yutmamızı bekliyorsunuz.

Daha çok bekleyeceksiniz. Beyzbol sopasından korkuyorsan, camiye imam olacaktın koçum.

Kaliteli Yazıların 5 Altın Kuralı

Blog yazmak çok insan için bir hobi, kimileri içinse gelir kazanma alanı. Her iki grup için de okunmak ve takip edilmek değerli. Çok okunmak ve çok kazanmak için en temel yol, kaliteli ve özgün yazılar. Gelin nasıl daha özgün ve okunulası yazılar yazılır inceleyelim.

Yazının konusu ilgi çekici olmalı. Kişisel bir şeyler yazıyorsanız bile buna dikkat edin. Aslına bakarsak internette ilgileri çok değişik milyonlarca insan olsa da her zaman daha geniş kitleleri hesaplayarak yazın. Genç bir kullanıcı kitlesi olduğunu hesap etmelisiniz. Çokça merak edilen, Google'da çok aranan konuları düşünün. Bu konularda yazdığınız doyurucu ve açık yazılar; öz ve kısa cevaplar blogunuza çokça ziyaretçi çekecektir.

Unutmamak lazım, makarna nasıl yapılır diye Google'layan insanlar var. Geniş düşünün.

Yazının başlığı albenili olmalı. İlgi çekici bir konuda yazılan yazıyı güzel bir başlıkla taçlandırmak lazım gelir. Hem unutmayın, Google aramaları listelendiğinde başlıklar gözükecektir. Öncelikle kendinizi değerlendirerek başlayın işe, sizi o linke tıklamaya itenler ne? "muhteşem", "harika" gibi şaşalı kelimeler; arananın içeride olduğuna ikna eden net başlıklar işinize yarayacaktır.

Bu yazının başlığı da buna örnek olabilir. Şunu da unutmayın,"bakmadan geçme" tarzı pazar üslubu da pek çekici olmayabilir.

Düzgün dil kullanın, imlaya özen gösterin. Bunlar kullanıcılara göze hoş gelen bir içerik sunmanızı sağlar. Güvenilir ve düzgün bir imaj yaratır. Çoğu kullanıcı argo kelimelerden, küfürden hoşlanmaz. Konu içindeki argo sizin üslubunuzun parçası olabilir. Ya da yazımdaki ciddiyet/rahatlık indeksi okuyucu kitlenize yönelik olabilir. Ama kaliteli görünüm vermek için azami özeni göstermekte fayda var.

Bir de unutulmaması gereken nokta herkesin anlayabileceği bir şekilde yazın. Terim kullanıyorsanız açıklayın. Her yaş ve meslek grubundan okuyucunuz olabileceğini unutmayın.

Yazıyı düzenli ve tutarlı bir şekilde aktarın. Uzun yazıları bile alt başlıklara ayırarak okunur kılabilirsiniz.Kişisel bir yazı yazıyorsanız bile anlattığınız olayı/durumu baş-son, önce/sonra ilişkilerine dayanarak anlatın. Güncel bir konu hakkında yazıyorsanız buna daha çok dikkat edin, gerekirse anlattığınız olayla ilgili haber linklerini  de ekleyin. Ara cümlelerle konuyu dağıtmayın, başta belirlediğiniz konudan uzaklaşmayın.

Bildiğiniz konuda yazın/yazdığınız konu hakkında bilgilenin. Bir önceki maddede de belirttiğim gibi haber sitelerinden ya da kaynak sitelerden linkler ekleyerek okuyucunuza olayla ilgili bilgi vermeniz yararlı olacaktır. Bu hem okuyucuya güven verir hem de sadık bir kitle oluşturmanıza yardım edecektir.

Ek olarak da; yazınızın içeriği ne olursa olsun, görsellerle, seslerle desteklemek faydalı olabilir. Bu hem görsellerde indekslenmenizi sağlar hem de yazınızı görsel olarak çekici hale getirir.

Saçmalama Özgürlüğü

Fazıl Say biliyorsunuz bu hafta içinde de açıklandığı gibi, bir çift dize paylaşması sonucunda 10 ay hapis cezası aldı. Tabiki Akp'li bakanlar da bu kararla ilgili açıklama yapma yarışına girdi. En ironik açıklama ise Egemen Bağış'tan geldi. "Saçmalama özgürlüğü!"
"'Keşke mahkeme, Say kararını 'saçmalama özgürlüğü' olarak değerlendirseydi'
Sanırım böyle bir ironi ülkedeki özgürlük alanının ne kadar geniş oluğunu ortaya koyuyor. Beğenemdiği/hoşuna gitmeyen her düşünceye saçma diyip işin içinden sıyrılmak cahil ve aymazların işidir. Ünlü bir sözdür, "Sana katılmıyorum ama sana saygı duyuyorum". Akp'liler bunu unutalı çok oldu. Azınlık olduğu-güçsüz olduğu vakit saygı bekleyip, gücü eline aldığında ise aynı zamanda saygıyı da unutan insanlara bir söz söylenebilir. "Ben sana bakan olamazsın demedim, adam olamazsın dedim".

Diğer bir açıdan saçmalama özgürlüğünden bahsedeceksek bu özgürlükten en çok faydalananın da yine hükümetimizin değerli bakanları olduğu ortada iken; böyle bir söz etmek sanırım kendi ayağına sıkmaktır. Eskide de çok örnek var ama birkaç gün önce, ilacı Türkiye'de olmadığı için Erdoğan Bayraktar'a yakınan kıza; bakanın para vereyim de git üslubu(üslupsuzluğu) takıması saçmalama değil de nedir? "Takla at da görelimler"ler, "Ananı da al git"ler, "Kız mıdır kadın mıdır bilemem"ler, "Biliyorsunuz Kılıçdaroğlu Alevi"ler havada uçuşurken sayın bakanımız Bağış'ın en ufak aykırı görüşü saçma diye nitelendirmesi anlamsız kalıyor.

Bu ülkeye bu kadar saçmalık yetmez gibi bir de Öcalan'ın devletle, meclisle, terörist yuvası Kandil'le adeta bir mektup arkadaşı haline getirilmesinin sorumlusu bir hükümet varken bence Egemen paşam pek konuşmasın. Saçmalamanın kitabını biliyoruz ki siz yazdınız.

Bu ülkede saçmalamak özgür olmasın arkadaş, yasaklansın! Özellikle de devleti yönetme noktasına gelen hayasızların fütursuzca konuşup, her lafında hakaret, her lafında ayrı gaf yapması yasaklansın. Bu ülkede vatandaşla dalga geçmek, sesini duyurmak isteyen vatandaşı korumalarla yaka paça hapise tıkmak da yasaklansın hazır.

Tek ürettiği din temelli bağnazlık ve sindirme politikası olanlar, tek yaptığı Amerika ve büyük güçlerin maşalığı olan bir hükümetin üyelerinin; kendilerini iktidardan etmeye yönelik meşru/gayrımeşru harekete tahammülsüzlüğü yetmedi mi artık? Ele geçirdikleri hukuk sistemi, tamamen kadrolaştıkları polis hiyerarşisi ve tamamen sindirdikleri Ordu ile daha ne yapacaklar, ne kadar tahammül sınırlarını zorlayacaklar merak içerisindeyim.

Neden Blogger?

Bazen kendi kendime soruyorum bu soruyu, neden Blogger kullanıyorum? Bir değil pek çok cevabı var ve pek çoğu da tatmin edici. Her ne kadar bir çok Blogger kullanıcısı sonradan Wordpress'e geçse de sanırım ben hep Blogger'cı kalacağım.

Öncelikle Blogger birçok blog yazarının yazmaya attığı ilk adımdır. Basit bir adım değil bu, internette kullanıcı, alıcı taraf olmaktan karşı tarafa geçip içerik üretici olmak büyük bir adım. Ve bu noktada Blogger özellikle basit yapısı ve kolayca bir Gmail hesabıyla göndermeye başlanmasıyla bir değil, bir kaç adım önde. Kolayca eklenen gadgetler, yüzlerce sitede binlerce tema olanağıyla Blogger bu işe ilk adım atanlara geniş bir hazne sağlıyor.

Diğer bir büyük artı da Blogger'ın bir Google İmparatorluğu parçası olması. Bu yönüyle aramalarda ve seo(arama motoru optimizasyonu) konusunda yine bir kaç adım önde. Bu ne demek, ilgili aramalarda blogunuz önlerde gözükecek demek, yani daha çok ziyaretçi çekecek. Bununla bağlantılı diğer bir artı da ileri derece Adsense entegrasyonu. Adsense Google'ın site sahipleri için reklam servisi. Bu servis sayesinde blogunuza reklam alıp ziyaretçi kitlenizi paraya çevirebileceksiniz. Büyük paralar vaadetmese de yeni başlayanlar için büyük bir teşvik sebebi.

Blogger ileri düzey kullanıcılar için de yeterli. Şablonlarınızı html düzenleyerek hem hazır şablonları istediğiniz gibi düzenleyebilir, hem de sıfırdan kendi tasarım şablonlarınızı oluşturabilirsiniz. Yani hazır temalara mahkum değilsiniz. Blogger yine bu konuda da çok esnek.

Blogger sürekli gelişiyor. Blogger geliştirici blogu da bunları düzenli olarak duyuruyor. Mesela en son olarak ileri düzey kullanıcıların çok kullandığı html editör alanı yenilendi ve birçok gelişkin özelliğe kavuştu. Bundan 1 sene önce de tüm arayüz tasarımını değiştirerek modern bir yapıya kavuşmuştu. Örneğin istatistik alanında Blogger'ın yerleşik istatistik alanı yeterli sayılabilir. Ama daha ayrıntılı istatistikler için bir başka Google ürünü, Google Analitics'i de kullanabilirsiniz. Umarım bir yazıda da bu ürünle ilgili yazacağım, çünkü bu sistem kullanılarak büyük işler başarılabilir.

Blogger ücretsiz. Sanırım Wordpress'e oranla en büyük artısı bedava ve basit olması. Bir host almak, bir domain edinmek, hosta Wordpress kurmak çoğu insan için fazlasıyla zahmetli ve maliyetli. Yeni başlayan birisi için fazlasıyla zor. Tabi blogspot subdomaininden kurtulup, yılda 10-15 $'a kendi domaininizi de alabilirsiniz. Bunun da seo'da büyük artısı olduğu bilinen bir şey.

Özetlersek Blogger sürekli gelişen, her kitleden kullanıcıya hitap eden ve esnek bir sistem.
Tabiki internetin hakimi olan Google'ın da güvencesi ve desteği de yadsınamaz.

Yalnız Yaşamak Hakkında

Blogumda fazlaca kişisel şeyler yazmayı sevmesem de; 1,5 yıllık deneyimli bir "yalnız  yaşayan" olarak bu konuda yazmayı uzun zamandır düşünüyordum. Anlatacaklarım genel olarak kendi yaşadıklarım ve çevremdekilerden gördüklerim olacak.

Nedir yalnız yaşamak? Kimi zaman dünyanın en huzurlu şeyi olabilir, kimi zaman da en berbat durum olabilir. Tabiki bu biraz da "yanlız yaşayan"ın sosyal çevresine bağlı.

Yalnız yaşamak, 
Kimi zaman 5 litrelik damacanadan su içmektir,
Yemeği tabağa koymaya gerek kalmadan tencereden yemektir,
Giyinirken-soyunurken kapı kapatmaya/odaya gitmeye gerek duymamaktır,
Müziğin sesini keyfine göre açmaktır,
İnternet kotasını tek başına doldurmaktır, kotayı paylaşmaya gerek duymamaktır,
Sınav zamanları yalnızlıktan tek başına konuştuğunu farketmektir,
İç sesinle konuşmaktan kendi sesine yabancılaşmaktır,
Bulaşık sırasının hep sende olmasıdır, daha doğrusu bulaşık sırası olmamasıdır,
Sofra adabı denen şeyin tamamen anlamsız kalmasıdır,
Çay suyunu kendin koymak, çayı kendin demlemektir,
Kumandada totoliter bir hakimiyet kurmaktır,
Kalabalık bir eve gittiğinde bunalmaktır,
Yatmadan önce iyi geceler diyecek kimsenin olmaması ve ışığı kapatıp yatmaktır.

Dinler Ne İçin Var?

Evet sorumuz net aslında, dinler ne için var?
Monoteist, Politeist ya da felsefi akımlardan ortaya çıkmış yüzlerce din var tarih sürecinde. Ne işe yaradı bu dinler? Vaadettikleri gibi mutluluğa, nirvanaya ulaştırdı mı acaba?

Dinler böyle birçok soruya gerçek bir cevap veremiyorlar. Sonuçta "öbür taraf"tan kafasında baltayla gelen yok! Sadece soyut vaatler, tehtitler. Sanırım ölmeden de hiçbirimiz emin olamayacağız...

Bir düşünelim, şu an din denen kavramın püff diye uçtuğunu? Kaybımız ne olacaktı?
Sanıyorum ki şu andan tek kaybımız binlerce cami, kilise, havra, sinagog olacaktı. Başka da eksiğimiz olacağını sanmıyorum. Birçoklarının iddia ettiği gibi kaos, yıkım, ölüm, acı gibi bir şey olacağını iddia etmesin, şu an için de yeterince kötülük var.

#Garip değil mi?


Başbakanı bir şiirden dolayı hapis yattıği iddia edilen ülkede bir başkası yazdığı 2 dize yüzünden ceza alıyor, hem de yıllar sonra. Garip değil mi?

Her konuda ileri gittiğimiz iddiası olan ülkede yıllar sonra aynı akıtbet yaşanıyor. Yani ilerliyoruz, ileri demokrasi, özgürlükler anayasası diye ağlayanların döneminde 2 dizenin cezası 10 ay oluyor. Garip değil mi?

İnsanlar "Eh iyi canım, 10 aymış. Zaten ertelenmiş, uzatmanın alemi yok" diyorken,
hala onlarca insan sedece düşünmek ve yazmaktan hapiste. Garip değil mi?

Özgür fikirleri beyan etmek sadece iktidar partisi görüşlerine ters düşmüyorsa özgür. Ve sene 2013 olmuş.

Ulan bu da mı garip değil?

Yorgunum Mütemadiyen.

Hayat, garip bir koşu. Sonunu bilmediğimiz bir yol gibi.

Belki bilsem 80'ime kadar yaşayacağım, belki bilsem mutlu olacağımı, daha dirayetli olabilirdim. Emin olabilseydim başaracağıma belki daha sıkı tutunabilirdim.

Ama bilmiyorum, bilmiyorum işte. Sorun da burada. O kadar çok bilmediğim, o kadar çok merak edip bulamadığım, o kadar çok cevapsız sorum varken, daha fazla dayanmak zor. Bellki de bu yüzden mütemadiyen yorgun, mütemadiye mutsuz ve yine mütemadiye arsızım.

Çok bilinmeyenli bir denklemin bilinmeyeni gibi ve bilemeyeceği gibiyiz hepimiz. Bu kadar çok karanlık nokta olmasa elimizde fenerlerle koşmanın anlamı kalır mıydı acaba? Ya da cevapları olsa tüm sorularımızın bu kadar çok koşturur muyduk hayat yolunda?

Ve acaba bu kadar yorgun olur muyduk sorularımızın cevapları avucumuzun içinde olsa?
Son noktayı koymaya ne kadar var acaba?

Kadına Şiddet ve Devleti Rolü

Her yerden kadına şiddet haberleri gelirken, bir aklı evvel çıkıp akıllı kadın dayak yemez diyebiliyor ülkemde. Hani utanma, arlanma da yok. Asıl garibi ondan sonra da kadına şiddeti eleştiren bir kampanyada poz verebiliyor. Ne kadar yapmacık ve sahte.

Kadına şiddetin bu seviyelere dek gelip neredeyse gün aşırı kadın cinayeti olması şaşırtmıyor. Şu günlerde bile hala korunma isteyip dilekçe veren kadınların, devlet tarafından korunmadığını ve darp edildiğini ve daha kötüsü öldürüldüğünü duyuyoruz. Ve hala kadınlarımızı eğitelim deniyor ama eğitimli ve devletten yardım isteyen kadın bile öldürülüyor. Bırakın şu yalanı,kadınını korumayan devlet/polis varken bu sorun çözülmez. Ve yine bu durumdaki bir ülkeden Kadın Bakanlığı'ndan kadın adı çıkarılıp yerine aile konuyor.

Öyle ya aile bozulmasın diye sözde karakolda barıştırılıp daha sonra cenazesi çıkan onlarca kadın var. Öyle ya kürtaj hakkı bile kadının elinden alınmaya çalışılıyor. Sürekli 3 çocuk tavsiyesi yapılıyor paşamız tarafından.

Toplumumuzda öyle bir kanı oluşmuş ki ne yazık ki, şiddetin ne olduğu bile bilinmiyor. Şiddet inkar ediliyor en başta. Onlarca kadınımız kapalı kapılar ardında cehennemi yaşıyor. Belki hunharca öldürülünce haberimiz oluyor çilesinden belki hiç olmuyor.

Şiddetin ve gücün kutsallaştırıldığı kültürümüzde her sorunun ve çözümsüzlüğün sonucu şiddetle bitiyor. Hala uygar bir toplum olamadığımız için boşanma bir hak olarak görülmüyor. Kadın mal olarak görülüyor, iradesiz kabul ediliyor. Ne acı ki Güneydoğu kökenli berdel gibi iğrenç adetler hala devam ediyor.

Hep şu İslam kültürünün uzantısı bunlar. Toplumu saran muhafazakarlık/geri kafalılık/ilk çağ mantığı bir türlü tam olarak temizlenemedi. Ne zaman temizlenir bilinmez. Ama o güne kadar devlet ve devletin erkleri bu sorunu görmezden gelmek yerine gerçekten müdahale etmeli.

Evrimi Tanımdan Evrime Düşman Olmak

Sanırım evrim teorisi kadar çok tartışılan, kabul edilen/yalanlanan başka bir teori yoktur. Yıllardır çılgınca çürütülmeye çalışılan bir teoriden bahsedioruz ve 160 yıl geçmesine rağmen her gün daha sağlamlaşan bir teori.

Peki bu ilginin sebebi ne acaba diye düşünelim? Neden görelilik teorisi, atom teorileri değil de evrim? Neden? Sebebi açık aslında halihazırda bilimsel çalışmaların çoğu cansız madde dünyasını ilgilendirirken evrim insanın nereden gelip nereye gittiğini, daha önemlisi insanın nasıl ortaya çıktığına açıklama getiriyor.

İşte tam da bu noktada tek tanrılı dinlerin(Musevilik,Hristiyanlık,İslamiyet) hakimiyet alanına müdahale ediyor ve onları son derece sağlam temellere dayanarak yıkıyor, adeta darmadağın ediyor. Yıllarca dini taassuplara ve soyut-hayali inançlara alışmış beyinlere adeta ışık tutuyor. Karanlığa alışmış yarasalara ışık tutmak gibi adeta, bilimin ışığını yakıyor.

Şu noktada eklemem gereken önemli bir şey de "evrim=insan maymundan geldi" gibi hiçbir değeri olmayan bir denklem kurulmaya çalışılması. Bunun temeli aslında 1872'ye kadar gidiyor. Ahmet Mithat Efendi, Darvin teorilerini Osmanlı zamanında ilk dile getiren ve çeviren kişi. Ta o zamanlar yaptığı "evrim=maymundan gelme" iddiası yıllarca evrimin yanlış anlaşılmasına ve hatta bu konuda konuşulmasının yasaklanmasına sebep oldu. O kadar ki 1859'da ilk basımı yapılan "Türlerin Kökeni" modern Türkiye'de ancak 1970'lerde basılabildi.

Şimdiki dincilerin çoğunlukla saldırdığı maymundan gelme iddiası evrimin teorisi değildir, zamanında yapılan bir hatanın devamıdır. Tabiki insanları evrimin yanlışlığına inandırmak için çırpınan dinci/gerici odaklarında elindeki yegane malzemedir.

Yıllardır bilimsel temeller dışında dini taasuplarla kör gözlerle bakılan evrime doğru bakmak için yapılması gereken okumaktır. Alın Darvin'in kitaplarını okuyun. Daha sonra günümüze dek yazılan kitapları okuyun. Göreceksiniz size anlatılanla gerçekler farklı. Bilim her zaman %100 doğru olduğunu iddia etmez, ama her zaman doğruya ulaşmak için çabalar. Okuyun, okuyun.

İster kabul edin/ister yalanlayın. Ama bilmediğiniz şeylere kör gözle saldırmamak için okuyun.

Tasarımımız Biraz Değişti.

Selamlar herkese.

Bir-iki saatlik uğraşılarım sonucu blogumun temasında ufak tefek değişiklikler yaptım. Temel değişime header bölümünde rastlamak mümkün, header alanının rengini standart turuncu renkten, kırmızımsı bir renge çevirdim. Ayrıca sağ menünün hover efektini (fare ile üstüne gelince değişen linkler) daha uygun bir versiyon yaptım.

Ayrıca header ile içerik alanı arasına siyah bir alan yerleştirdim. Sebebi ise tek sütünlu temama widget ekleyemiyor olmamdı. En alt kısımda widget alanları olmasına rağmen pek görünür değiller. Yeni alanı sosyal medya hesaplarımı paylaşmak, reklam vermek, takipçi widgeti yerleştirmek için kullanmayı düşünüyorum. Şu an halen yapım aşamasında.

İleriki aşamada ise jquery kullanarak siyah alanı daha efektif hale getireceğim, orası da sürprüz olsun. Ayrıca "sonraki yazı" daha belirgin bir renkle değiştirdim. Bir de yazı için turuncu linkleri kalın fontla yazılı bir hale getirdim.

Yeni yazımı da yayınladım ayrıca, iyi okumalar...

Terör Örgütü ile Barış Pazarlığı

Sözü bile kulağa garip geliyor değil mi, terör örgütü ile barış konuşmak?
Nasıl olabilir diye düşünüyor insan.

Terör örgütünün amacı belli, kendi hakimiyetinde bir kurtarılmış bölge yaratıp gücünü ilan etmek. Hiçbir terör örgütünün amacı bir halkı ya da biz bölgeyi özgür, bağımsız yapmak için uğraşmaz, insan hakkından bahsedemez, varlığı zaten en temel hakka karşıdır, yaşama hakkına.

Ama oluşan öyle bir hava var ki, sanarsın ki Pkk Kürtleri özgür ve bağımsız yapmak için kuruldu. Hayır hayır, Pkk kendi hakimiyetinde bir alan kurup oligarşik bir yapı oluşturmak hedefinde. Bunun için her yolu meşru görüyor. Katliamlar, bombalı eylemler, her türlü pusu, kaçakçılık, uyuşturu ticareti ve daha neler.

Şimdi bazıları kalkmış, tam teşekküllü bu suç örgütünün Kürt halkının çıkarlarını korumak için kurulduğunu, Kürt dilinin konuşulmasını sağladığını ve Kürtlere özgürlük vaadettiğini söylüyor. Çok net soruyorum, suça, kana, pisliğe bu kadar, dibine kadar batmış bir terör örgütü kime, ne, nasıl özgürlük sağlayabilir?

Devletin düştüğü çaresiz ve acınılası duruma bakın ki bitirmediği/bitiremediği terör için terör örgütünün kurucusuna başvuruyor. "Apo gel bizi kurtar" Türk ulusu bu kadar rezil edilmemişti, milli irade bu kadar oyuncak olmamıştı. Bu millet bunu haketmiyor Erdoğan, haketmiyor.

Analar ağlamasın, barış olsun demogojisiyle sadece gözü körleri ve 3-5 cahil evkadınını kandırırsın. Gerekirse savaş bin yıl devam eder ama terörle masaya oturulmaz. Gerekirse, gerektiği kadar devam eder. Haysiyetsiz bir barış, şerefli bir savaştan kat kat rezildir.

Nedir Bu Yandaş Medya?

Herkesin ağzında bir yandaş medya lafı. Ne bu yandaş medya? Cevaplar farklı ama tek bir gerçek var, günümüzde Türkiye'de özgür gazetecilik/televizyonculuk yapmak gerçekten zor.

Yandaş medya diyince akla ister istemez kadrolu yandaş TRT geliyor. TRT her dönem iktidar borozanı olmaktan ileriye gidememiş bir kanal olarak, bu dönem hükümetin isteği ile bir kanal bile açtı.(TRT şeş) Her hükümetin kadrolaşma için temel hedeflerinden biri TRT sözde kamu yayıncılığı ilkesi ile tartışma programlarında dahi belli kişilere kucak açıp diğer kesimlerden kimseye söz hakkı tanımadı.

Tabiki TRT pastanın küçük bir kısmı, özellikle bazı gazetelerin ve bazı köşe yazarlarının da hükümeti sürekli övüp, muhalefeti ise sürekli topa tutması anlaşılacak şey değil ve tarafsız olması gereken medyanın yapacağı şey değil, olmamalı. Gazetelerin yazarları ile ilgli yaptırımlarına bile müdahale eden bir hükümet anlayışı var. Sabah akşam başbakanı ve partisini alkışlayan gazetecileri bile tasmalı tabir eden bir başbakanımız var.

Halkımız uyanık olmalı, gerçeklerin saklanıp, sabah akşam sahte ve uydurma haberlerle halkı uyutanlar her daim vardır ve var olacaktır. Ama sanmıyorum ki bugüne kadar hiç bu kadar satılmış kalem ve kiralık basın olsun.

İnsanları hedef gösteren, saldıran ve provake eden dersek ilk akla gelen militan(!) gazetelerden biri de internetten yayın yapan Habervaktim sitesi. Bu belki en uç örneklerden birisi. Bir millet böyle uyutulur işte.

Ama bayrak kaldırılsın diyen kerkenezlerin, dinci bozmalarının akil ilan edilip,baştacı olduğu günümüzde, medyanın bu kadar tekel ve parababalarının da bu kadar iktidar yalakası olduğu günümüzde bunları doğal karşıladığımı tekrarlıyorum. Bu rezillikleri yapanlar yarın olası bir sol parti iktidarında da, en solcu, en Atatürkçü, hatta ve hatta komünist belki de Marksist kesilecekler. Bunlar kalemi kiralıklardır. Yazar değil dalkavuktur.

Nasıl dün Kenan Evren'e methiye düzüp, Menderes' e hakaret ettiklerini unutup darbe mağduru kesildilerse yarın da aynı tiyatroyu sergilemek için burada olacaklar. Balık hafızalı olmayalım yeter ki...


İçimizdeki Tek Adam Arzusu

Sanırım tek adam/diktatör arzusu Osmanlı devrinden, belki de daha önceden beri adeta genlerimize işlemiş bir özelliğimiz. Hep istiyoruz ki bir adam çıksın ve her şeyi halletsin, ülkeyi kurtarsın, halkı zengin ve mutlu yaşatsın. İstiyoruz ki o adam kusursuz ve mükemmel olsun...

Dediğim gibi genlerimize işlemiş gibi, Osmanlı'dan, son monarşi devletinden 80-90 yıl sonra bile bu istek içimizde var. Ve Erdoğan da bu toplumsal isteğin günümüzde vücut bulmuş hali. Dindar, namuslu, güçlü halktan yana, her zaman en iyisini yapan; belki biraz abartı olacak gibi "ADETA TANRI GİBİ GÜÇLÜ VE ADİL".

Evet unutmayalım "Erdoğan'a dokunmak ibadettir" diyenler oldu yakın geçmişte. "Erdoğan bizim daimi başbakanımızdır" diyenler oldu. Bunlar basit dalkavuklardan öte bir bilinçaltı yansıması bana kalırsa.

Burada güncel olduğu için başbakan örneğinden gittim ama siyasi tarihimiz tek adamlarla dolu değil mi? Özal mesela, Sonu idama giden  Menderes mesela. Burada sağ görüşlü liderleri örnek versem de aslında Atatürk de bizim tek adam arzumuzlu idealize edilip ilkokuldan üniversiteye kadar anlatılmadı mı bize.

"Atatürk geldi düşmanı yendi/ Bu güzel yurdu bizlere verdi"

Aslına bakarsak Mustafa Kemal'e Atatürk soyadını vermemiz de bu idealize ve adeta süper kahraman lider anlayışımızın yansıması. Burada yanlış algılama olmasını istemem. Atatürk benim gözümde ulusumuzun lideri, büyük bir önderdir. Ama biz insanları demin de bahsettiğim gibi adeta süper kahraman kılıfına sokar, onlara delicesine hayranlık beslersek gün gelir bu romantizmden sıyrılamaz hale geliriz. Bu hayranlık O'nun yanlışlarını dahi görmemizi engeller ve toplumu gözü kapalı hale getirir.

Deminden beri bahsettiklerimizi düşünürsek Erdoğan özellikle muhafazakar, köyden kente göçen ve kapalı çevrelerde yaşayan düşük gelirli halk için bir süperkahraman. Vurur döker, yıkar parçalar. Bu onun hakkıdır ve bu onu halk için yapar. Bunlar bir diktatör istediğimizi gösteriyor, bir başbakan değil.

Demokrasi böyle bir şey değil, en azından 21. yüzyıl şartlarında. Günümüz; bürokrasinin iş gördüğü, devletin her alana yayılan kademelerinin hizmetkar devlet anlayışıyla iş yaptığı, herkese el uzatan bir devlet.

Biraz da Kendimden mi Bahsetsem?


Bir süredir bir şeyler karalıyorum. Blogger'da defalarca blog tutmaya çalışıp sonradan sıkılıp bıraktım. Bu sefer de bir hevesle başladım. Ne kadar sürer bilemiyorum. Açıkçası pek kendim hakkında yazmayı beceremiyorum. Bir yerden başlayalım bakalım.

Öncelikle bugünlerde eğitim hayatımın aksaması sebebiyle biraz boşluğa düştüm. Biraz değil hatta baya baya bomboş oturuyorum. Çalışmam gereken sınavlarım da var olmasına da kılımı kıpırdatmak da içimden gelmiyor. 

Evet, yine takıldım sanırım. Ne yazsam...

Neyse bu yazıyı kaydederim belki yayınlarım belki yayınlamam. Neyse bu aralar felsefeye merak sardım. Materyalizm/idealizm hakkında, daha doğusu felsefenin temel problemleri hakkında bir şeyler okumaya çalışıyorum. Özellikle Marx ve Engels'in komünist manifestosu ve Marksizm hakkında bilgi topluyorum. Bir yandan da dinci kardeşlerimizin en çok çıldırdığı konu, evrim teorisi hakkında bir şeyler okumaya başladım. Tabi ki temel kitap Darvin'in "Türlerin Kökeni" kitabı. 

Uzun süredir günlük tutuyorum, yani geleneksel anlamda deftere  tutulan günlük. Tutmanızı da tavsiye ederim, yıllar öncesini karıştırıp okumak, o günkü el yazınızla kendi düşüncelerinizi okumak çok eğlenceli oluyor. Canlı canlı nostalji işte!

Sanırım uykum geliyor yavaş yavaş. Kısa keseceğim sanırım. Şu günlerde olanlar da canımı sıkmıyor değil, malum barış süreci denen kepazelik. Bu konu sıradan bir siyasi tartışmadan ayrı ülkemizin ve milletimizin geleceğini doğrudan etkileyecek bir konu; iyi ya da kötü. Ne yazık ki bunları halka anlatacak gerçek bir basın organı yok. Televizyonlar sabah akşam bir adadaki 3-5 at hırsızını ya da götüyle kaval çalan yeteneksizleri vereceğine bunları verebilir mesela. 

Yeri gelmişken Acun'a nefretimi kusmak isterim. Ve Acun ürünü olan tüm medya maymunlarına. Bir de itiraf edeyim, nickim Pala Remzi olmasına rağmen pala bıyıklarım yok; hatta bıyıklarım yok.

Neyse selametle kalın. Bir daha kendimden bahsedeceğimi sanmıyorum.
Hadi bakalım yayınlamış olalım.

The Civil Wars- Falling - Hadi bunu da dinleyin bari.

Türk Adı Silinemez. Nokta.

Türk milleti, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kurucu unsurudur.

Bugünlerde, paşamız Erdoğan'ın da sayesinde temel kimlik olan Türklük artık herkesin söylemekten çekineceği bir hale geldi. Bunun sorumlusu tabikii Erdoğan. Yıllardır terörle mücadelede olan Türkiye, hiç bir zaman bu kadar çaresiz ve beceriksiz yönetilmemişti.

Taviz, taviz, taviz... Taviz politikasının gideceği yer belli. Sonunda kanla vatanını emperyalist güçlerin pençesinden alan bir milletin geldiği hal, daha doğrusu getirildiği hal ortada. Arkasında Amerika'nın olduğu açık bir oyun sergileniyor. Askerler içeride, gazeteciler, düşünürler içeride. Meydan ümmetçi/kürtçü tayfasına kalmışken, onlar televizyonlarda avaz avaz Türklüğe ağız dolusu kin ve nefret kusarken; Türk ve vatansever yurtdaşlar çaresiz.

İşte "dindar başbakan"ımızın bizi getirdiği nokta. Amerikan'ın kucağında, İsrail'in sahte özrüyle bile neredeyse bayram edecek ülke. Evet, gerçekten bir süpergüç olduk. Erdoğan'ın hedefinin Türk adını ilelebet silecek olduğunu hep söyledim. Söylemlerinde yıllardır, Türk milleti demiyor, diyemiyor. Bu millet söylemini kullanırken zaten yeterince iğrençleşiyordu. Bu asil adı ağzına almasını biz zaten hakaret kabul ederiz Erdoğan'ın... Ama sen Ziraat Bankası'ndan tut da, sağlık ocaklarına kadar bu ismi silmeye kalkarsan, bu hainliği yaparsan tarih seni affetmez.

Şu an pek çok Türk tedirgin. Ama kimse ne yapacağını bilmiyor. Yıllarca apolitize edilmiş, en ufak tepkisi dahi siyaset addedilerek engellenmiş, öğrencisi/öğretmeni/işçisi polis jopuyla ezilip, biber gazı yemiş bir nesil varken tepki göstermek zor. Rasyonel bir tepki göstermek zor.

Bu böyle gitmez biliyorum. Bir gün ama bir gün, bu sabırtaşı patlayacak. Ama şunu da biliyorum ki o gün sen de hain Vahdettin gibi İngiliz veyahut bir Amerikan gemisine binip vatandan kaçar olacaksın.

Fenerbahçe Yarı Finalde!

Fenerbahçe Lazio'yu Kadıköy'de 2-0 yenmesinin ardından 2. maçta da 1-1 berabere kalarak Avrupa Ligi'nde yarı finale yükseldi.

Fenerbahçe'nin Lazio'dan iyi bir takım olduğu benim açımdan ilk maçın ilk 15-20 dakikasında net olarak belli olmuştu zaten. Sonuçta penaltı ve kırmızı kart sayesinde gardı düşen Lazio 2 gol yiyerek yenildi. İlk maçta Caner hem penaltı yaptırmış ve 2. golde de frikiği kullanarak adeta gole asist yapmıştı. Bu maçta da Caner güzel bir gol atarak adeta Lazio'yu nakavt etti.

Lazio maçın başından itibaren bir çaba içinde olsa da pek de umudu yok gibiydi. Attıkları ilk golden sonra bile bir gol yetecekken inanmıyorlardı. Fenerbahçe her ne kadar belli bölümlerde teklese de Volkan'ın soğukkanlı kurtarışları Fenerbahçe'ye güven verdi. Caner golü ile sadece malumu ilan etmiş oldu.

Bu maçla birlikte bir güzeli durum da Salih'in her ne kadar tecrübesiz olsa da çok iyi işler yapacağına dair bir ışık yaktı. Salih'e yeni Alex demekse gerçekten anlamsız. Salih çokl genç ve kendinin yeterince geliştirirse adından söz ettiren bir oyuncu olabilir. Önüne Alex barajı koymak sadece onu kısıtlar.

Galatasaray'ın Real Madrid'e elenmesi sonucu yaşadığımız hüznünü azaltmaya yaradı Fenerbahçe'nin turu geçmesi. Ama ilginç olan şuydu ki Fenerbahçe'de aşırı bir sevinç havası yoktu. Aslına bakılırsa pokerface Aykut Kocaman için sıradan ama bu durum takımın aslında hedefinin final olduğunun göstergesi.

Her neyse; umarım Avrupa'da nisan ayına/finallere kalmak takımlarımız için düzenli hale gelir. Kupalarda  başarının en önemli anahtarı süreklilik. Kupa yolunda Fenerbahçe'ye başarılar.

Akil Adamların Amacı NE?

Sokakta, televizyonlarda, kahvelerde ve mecliste en çok merak edilen sorulardan birisi bu. Akil adamlar ne yapacak, amaçları ne?
Bu gruptan ne bekleniyor ve bu beklentilere karşılık verebilecekler mi?

Kendi penceremden bakmama gerekirse, akil adam fikrini baştan beri mantıklı bulmadığımı söylemeliyim. Akil adam arıyorsak biz geçen sene tam 550 tane akil adam seçmiştik. Nerede mi; Ankara'da! Sorunu çözeceklerse, hukuki olarak da etik olarak da sorumlu onlar. Bunların dışındaki hiçbir kimsenin fikir beyan etme dışında hakkı yoktur.

Akil adam mantığı, sorunu çözme, sorun hakkında iş yapma hakkını bil oligarşiye vermek demektir ki bu zaten hukuken temelsiz ve mesnetsiz bir çaba. Şu günlerde mecliste yaşanan saçma sapan tartışmaların sebebi de bu! Akp ve Bdp canhıraş bir şekilde bu komisyonu resmi görevli haline getirmeye çalışıyor. Çünkü onlar da bu komisyonun şu an temelsiz ve anlamsız bir konumda olduğunun farkında!

Peki tüm bu karmaşalar dışında en baştaki soruna geleceksek amaç ne? Chp bu fikri ortaya attığında amaç yöre halklarının fikri havasını meclise taşımak gibi bir amacı vardı. Ama şu an görünen o ki, Bdp(pkk) ve Akp'nin fikirlerini ve sözde çözümünü halka kabul ettirmek var. Yani sorun olarak görülen ve hedef alınan kitle, Pkk ile masaya oturulmasını ve Pkk emellerinin gerçekleştirilmesini istemeyen kitle.

Görünen o ki 1-2 yıl gibi sürede tüm kavramlar tepetaklak oldu. Pkk özgürlük için mücedele eden bir örgüt, Tsk ve vatanseverler ise darbeci/kandan beslenen/çözüm istemeyen oldu. Gerçekten ibret verici durum.

Erdoğan Ne Demeye Çalışıyor?

Erdoğan Moğolistan gezisi yaptığı şu günlerde, Türk Silahlı Kuvvetleri hakkında sorulan bir soruya, "Cumhuriyet hükümeti'nin isteği doğrultusunda adımlar atılacak" cevabını verdi.


Başbakan ne demek istedi muamma, ama yeni ve farklı şeyler olacağı açık olarak gözüküyor. Önceden beri inatla Türk Milleti yerine bu millet ifaddesini kullanan Erdoğan artık Türkiye Cumhuiyeti ifadesinden de vazgeçiyor sanırız. Bu tanımı ilk kez söylemesi, hele de bugünlerde tesadüf değil, planlanmış bir adım gibi gözüküyor.

İkinci dikkat çekici bir nokta, TSK'nın hükümet isteği doğrultusunda atacağı adımlar ne olacak? Muhtenmelen Pkk'nın çekilmesi olayına TSK'nın müsade edeceği ve serbestlik alanı tanıyacağı fikri çıkıyor ortaya.

Silah bırakmadığı halde, sanki silah bırakıyormuş gibi gösterilen Pkk, artık siyasetimizi ve orduyu tamamen etkisi altına almış gözüküyor. Bu günleri görmek gerçekten acı verici. Öcalan barış metninde bile çapulcu sürüsü Pkk ile koca ülkeyi tehtit etmekten geri durmuyor ve bu metin barış metni olarak alkış durulan bir metin oluyor.

Gerçekten rezaletin son noktası...

Taşlar Yerinden Oynayacak

Tarih sadece aptallar için tekerrürden ibarettir.

Günümüzde yaşanan "barış süreci" kod adlı süreç devam etmekte. Halkın, aklı başında ve vatansever halkın bunu benimsemeyeceğini, bunu reddedeceğini Erdoğan dahil herkes biliyor. İşte bu durumda kurulan "akil adamlar" saçmalığı devreye sokulmaya çalışılıyor.

Nedir akil adamlar? Solcu eskisi, Kürt, ümmetçi, vatanı satmaya hazır kişilikler birliği diyorum ben kısaca. Araya da 3-5 ünlü serpiştirilmiş ki bunun amacını anlamak da zor zaten. Orhan Gencebay sorunu çözecekmiş, hadi canım oradan. Bir ara Hülya Avşar ismi bile geçtiyse düşünün siz ötesini.

Dünya üzerinde bölünme planları çizilip malum Kürdistan haritaları elden ele dolaşırken, 3. sınıf Türk Filmleri çevirmekten öte meziyeti olamayan Hülya Koçiğit ne yapacak biri bana açıklasın? Aldatılan, hakir görülen kadını oynayıp, timsah gözyaşları mı dökecek, açıklayın...

Geçmişte, Osmanlı döneminde azınlıklara hak sağlama kılıfında yapılan devletin birliğinin köklerini dinamitleme çalışmaları 100 yıl sonra tekrar sahneye konuluyor. Tabiki Damat Ferit hükümetini aratmayacak Akp hükümeti sayesinde. Dedim ya tarih aptallar için tekerrürden ibarettir; gidilen yol açık: Bölünme...

Tabiki şu önümüzdeki süreçte yalancı bahar havası esmesi doğal. 3,5, 6 ay; hatta 1 yıl terör olayları minimize olacak ve bu planı önümüze atanlar, "Gördünüz mü, barışı getiriyoruz. Bu plana karşı çıkanlar kandan beslenenler. Onları kaale almayın." diyecekler. Büyük resmi göremeyen sıradan halk kitlesi için gayet tatmin edici bu açıklama halkı iyice gözü kapalı hale getirecek. Ve bugünü bekleyen Pkk gerektiği zaman sahneye girecek. Tabiki milletvekili olarak. Biz "Ne güzel terör bitti" derken, Güneydoğu elden çıkacak.

Her şey için geç olmadan birilerinin bazı şeyler anlaması dileğiyle...