güncel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
güncel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Binbir Gün, Binbir Gece

Merhaba, yazmayalı fazlasıyla uzun zaman oldu. Gerek okul telaşesi, gerek bir takım gelgitler bir süredir yoktum. Araya binbir olay girdi tabiki. Sanırım en akılda kalıcı olanı günlerce süren "Gezi Olayları"ydı. Bunun yanında Suriye kaynamaya devam etti, Mısır'da darbe oldu ve Mursi devrilerek yerine cunta hükümeti kuruldu.

Ortadoğu kaynıyor, Türkiye kaynıyor. Suriye sınırı karışık, her gün mültecilerin gelişi artıyor, serseri kurşunlar can yakmaya devam ediyor. Tüm ülke gergin, siyaset yine sert ve acımasızca çıkarına göre yoluna devam ediyor. Hani bu kadar çok karmaşa, keşmekeş varken bir de İstanbul nemi ve sıcağından bahsetmek abesle iştigal midir bilemedim, ama bahsetmiş olalım da.

Her neyse bu yazı böyle bitsin ama yakında yazmadığım günlerin acısını çıkarırım umuyorum. Hoşçakalın...

Bırakın da Ezanlar Türkçe Okunsun!

Evet bırakın ezanlar Türkçe okunsun. İnsanlar 80 desibel sesten dahasını anlasın, ne dendiğini anlasın ki her gün 5 kere neden ezan okunuyor bunun cevabını bulsunlar.

Dinlerin ilk gönderildiğindeki diller ile güncel kullanımda olan diller arası uçurumdur,din adıyla kandırılışlarımızın sebebi. Ne okuduğunu, ne duyduğunu bilmeden okumalardır bu günkü yozlaşmış din anlayışının sebebi.

Bakınız Avrupa'nın yıllar önce çözüp kenara attığı bu sorun yüzyıllar sonra hala ülkemizde bir düğüm halinde. İnsanlar anlamadıkları şeyleri üstünkörü seslendirip aslında ilk başta kendi kendilerine ihanet ediyorlar. Ezbere okuduğu Kuran'ın içinde ne yazdığını bilmeyen, şehadet getirip neye şahadet ettiğini bilmeyen "Taklidi Müslüman" sayısı hiç de az değil. İşte Avrupa'da reformla yırtılıp atılan din ve dindar arasındaki kara perde, ülkemizde hala yerinde ve hala insanlar hacı-hoca tayfasının muskası peşinde koşmakta; cemaatlerden medet umup dini yoz amaçlarına alet etmekte.

Türkçe ezan okundu diye feryat figan edenlerin derdi nedir? Allah büyüktür demenin, haydi namaza demenin ne ziyanı var? Ezan sonuçta Allah kelamı değil, rivayete göre bir rüya sonucu ortaya çıkmış bir metin. Kaldı ki ayet bile olsa önemli olan dillendirilen lisan değil, içeriğidir. Ne yazık ki biçimciliğin bizi esir aldığı şu asırda din de biçimciliğe kurban gitmiş durumda. Mesela düğünde, ölümde, sünnette Mevlit okutanların kaç tanesi Mevlit'in kutsal bir metin değil de bir manzum eser olduğunu biliyor?

Her müslümanın evinde, özellikle de ülkemizde Kuran vardır şüphesiz. Her evde Kuran yüksekçe bir yerde, kapalı, örtülü halde kalır. Toz kondurulmaz ama hiç açılıp okunmadığı için tozludur genelde. Bizzat tecrübe, gidin kendi evinize bakın hemen. Tamam her şeyi orijinalinden okumak daha iyi olsun ama ya hiç okumamak? Buna ne demeli? Ramazan aylarında Kuran okunur camilerde, evlerde; kim dinledikten sonra merak edip de "Bu kadar ayet dinledik ama ne demiş Rabbimiz bize?" diye soran, tercümesini okuyan kaç kişi var? Saygı güzeldir ama bu saygı değil. Asıl saygısızlık Kuran'ı okumayıp sadece bilinmeyen bir dildeki sesletimini dinleyip ağlamak. Ağlıyorsun ama bu kitap ağla diye değil, oku diye; anla diye var.

İbadetin, okumanın, ezanın Türkçe okunmasına karşı temel argüman şu: "Efenim asıl dilindeki, orijinalindeki anlam kayboluyor". Hadi oradan! Düşünün ki yabancı film ya da kitap mevzu bahis olsun. Bu kitap/film ne için var? Okuyalım, izleyelim, anlayalım diye. Peki şu söylenebilir mi, "Biz filme dublaj yaparsak; orijinali bozulur, biz bunu orijinal dilinde yayımlayalım, anlayan anlasın artık." Şu an Arapça taraftarlarının dediği bu. Peki ne oluyor böyle olunca? Lisanı olanlar anlıyor anlamasın da olmayanlar, anlayanların dediklerine inanmak zorunda. Başka alternatifi de yok! Her türlü çarpıtıp kandırmaya müsait durum. Hele bizim ülkemizde bolca olan fakir ve eğitimsiz, şehirlerin banliyölerinde binlerce insan yaşayan ülkelerde.

Sonuç ortada.

Kevser Okuyan Muhabbet Kuşu ve Başka Birkaç Şey

Dinleyelim bakalım
Geçen haftalarda izlediğim bir videodan bahsediyorum. Muhtemelen izlemişsinizdir, Diyarbakırlı bir muhabbet kuşu (sözde) Kevser Suresi'ni okuyor. İlginç sayılabilecek bir şey ama video dikkatli izleenince aslında tamamen sahte-saçma bir video olduğu anlaşılacak kadar da amatör bir yapım. Muhtemelen arkadan birisi kuşa dublaj! yapıyor. Daha da ilginci ise videoya yapılan yorumlar;

"Bu ülkede güzel şeyler de oluyor, Allahu Ekber!"

Ciddi anlamda ibretlik bir yorum. Bu ülkede onca rezalet olurken, hala böyle saçma montajlarla avunmamız taktire şayan değil de nedir? Bilmiyorum ama mutlu olmak için bahaneler uydurmakta üstümüze yok. 2000 krizinde işsizlik %20'leri aşıp, nefes almak dahil vergilendirince sesini çıkarmadı bu millet. Aman devlete zeval gelmesin. Aman aman!

Fransız uçakları vurunca Kaddafi düşecek diye sevinen Libyalılar; Amerikan işgali altında ne namus, ne vatan ne şeref bırakılan Iraklılar; basit bir provakasyonda Muhammed'e hakaret var diye ayağa kalkarken sonuna kadar sömürülmeye ses çıkarmadılar. Çok basit bir Doğu milleti kafası. Türkiye, Irak, Mısır, Suriye... Aynı.

***

Bir köşede yıllarca bu vatanın ekmeğini yiyen, Orhan Gencebay, Kadir İnanır, Hülya Koçiğit; öte yanda bu vatanı elleriyle, tırnaklarıyla çekip çeviren Anadolu halkı. Onların açılım denen rezalete çanak tutması, bizim de karşı çıkmamız o kadar doğal ki. Biz bu vatan için çalıştık; onlar kaymağını yedi. Bu ülke kolay kurulmadı, öyle 3-5 acemi demogog ve 3-4 Yeşilçam eskisi ile kimse "çöküş süreci"ne razı olup susmayacak, ki zaten susmuyorlar.

Daha 90 yıl önce gördük biz bu filmi, yaralar hala taze.

***

Efendi hazretlerinin emriyle milli içkimiz ayran olmuş. Bu aşamada yapılması gereken bunu bir yasa önerisiyle taçlandırmak. Akp'li vekiller önerge için sıraya girmiştir bile, ben ne diyorum ki. Birkaç gün içinde ayran içip poz veren ünlüleri görmek de olası.

Ama çok içmeyin paşalar, çarpar. Su katın, sek ağır oluyor.

***

Bu sıralar Survivor milletçe birinci gündem maddemiz. Peh, bizim zamanımızda BBG Eray vardı, bir de gitar çalıp ünlü olmaya çabalayan Melih vardı. Hele hele, donuk konuşmasıyla "Doğa Bey" vardı; Acun kimmiş? Semra Kaynana ile, oğlu Ata'yla büyüdük biz!

Şaka bir yana bu yarışmaların en çok zararı katılanlara oluyor sanıyorum. Bir gün gelecek herkes ünlü olacak sözünün bu kadar gerçek olacağını bilmiyordum, sanırım söyleyen de tahmin edemezdi. Sahte bir şöhret dalgası, para, ün; varlığı güzel de ani düşüş yaşayanların sonu kötü oluyor. Şimdilerde bateri çalan bir çocuk görünüyor solda-sağda. Anne babsının görmemişliği onu da bitirecek. Yazık ki 3 gün sonra unutulunca eşekten düşmüşe dönecek.

***
Bu kadar.

Overlok Makinası Ayağımıza Gelme Artık


Yıllardır kulaklarımız aşina, "Hanımlar müjde, overlok makinası ayağınıza geldi, halılarınız, kilimlerini...". Artık gelmeyin arkadaş, yeter. Bizden size iş çıkmayacak. Nafile. 81 il ve tüm vatan sathında durmadan mücadele eden bir overlok birliği var sanki...

"Amacımız tüm ülkede ve yavru vatan KKTC'de overloksuz halı, kilim, yolluk ve paspas bırakmamak! Bu yolda; her sokak, her mahalle arasında araçlarımızla gezip; sinir edici, kepaze bir kadın sesiyle çığırtkanlık yapacağız. Bu yolda durmaksızın mücedele edeceğimize, tüm yıpranmış halı ve kilim saçakları üzerine yemin ederiz."

Bilmiyorum belki de bunun arkasında bir şey var. Belki de misafir mantığı güdüp;
"Yıllardır biz sizin ayağınıza geldik, bir kere de iade-i ziyaret yapmadınız." diye içlerinden kızıyorlardır. Evet sanırım kabul etmeliyiz ki, overlokçu dostlarımızı yıllar yılı yalnız bıraktık. Evet, bizim suçumuz. Hadi bugün onlarla kucaklaşalım!

***

Blog yazmaya başlamadan önce yalnız kelimesini yanlış yazdığımın farkında değildim açıkçası, imla denetimini kullandığım her seferinde altı çizili "yanlız" kelimesi uyandırdı beni. Hayır, bunca yıldır okuyorum, Türkçe'den edebiyata; Lgs'den, Ygs'ye her türlü sınava girmeme rağmen koca eğitim sistemi bu açığımı bulamamış. Yahu nereye gidiyor bu ülke, ne olacak bu eğitim sistemi???

Bu arada Blogger'ın "blog" kelimesini yanlış kabul etmesi de ne biçim bir saçmalıktır? Neymiş "blok" yazacakmışız. Utan koca Blogger seni!

***

Geçen gün hayatımın hatasını yaptım. Derse geç kaldığım için genelde pek kullanmadığım sokak arasından giderek yolu kısaltmayı hedefliyordum. Ama ne yazık ki çabuk varmak, ekstradan 15 dakika daha geciktim.

Nereden bilebilirdim ki sokakta cuma pazarı kuruluğunu? Hayatımda uzun süredir o kadar çok kadını bir arada görmemiştim sanırım. O yoğunluğu yarmak için yoğun çaba sarfetmeme rağmen olmadı, başaramadım. Ayrıca kadınlardaki alışveriş hırsına da bir kez daha şahit oldum. Alışveriş yapmak üzere yola çıkan bir grup kadın ülke bile fethedebilir tahminimce; o ne cesaret, o ne azimdir arkadaş?

***

Bu kadar.

1 Mayıs Korkusu

Dinleyelim bakalım
Proleterlerin, emekçi sınıfın birliği; para babası kapitalistlerin  korkulu rüyasıdır. Bir amaç uğruna birleşmiş ve tek yürek olmuş yığınlar her zaman güçlü ve yenilmezdir. Para sahiplerinin tek çıkarı bu emekçi sınıfı bölüp-parçalayıp etkisiz hale getirmektir.

1 Mayıs da işçi hareketinin sembol günlerinden. Ayrıca Taksim'de yaşanan kanlı 1 Mayıs da bugüne anlam yükleyen başka bir olay. Geçmişte kurşun sıkılıp yine de bitirilemeyen bu ruh, birlik ruhu günümüzde de yasaklarla, engellemelerle sindirilmeye, etkisiz hala getirilmeye çalışılıyor. Geçmişte Taksim'in yıllarca kutlamalara kapalı tutulması bir yana şimdi de inşaat çalışmaları bahenesiyle Taksim kutlamalara kapatılmaya çalışıyor. Kimse bana bunun olağan bir durum olduğunu; yasaktan ziyade bir zorunluluk olduğunu anlatmasın. Bunu kimse yemez bu saatten sonra.

Ülkemizde siyasal iktidarlar ne yazık ki hiçbir zaman emekçilerin, ezilenlerin değil de sömürücülerin yanında olmuştur, ve yine ne garip ki şu anki iktidarın oy deposu addedilen yerler düşük gelirli işçi-emekçi-memur yerleşimleridir. Bunda; şüphesiz gözüne din perdesi çekilmiş vatandaşların etkisi de büyük.

"En eski zamanlarda bilgili, görgülü yönetici sınıflar, kitleler üzerinde sürdürdükleri yalanların bir sözcüğüne bile inanmazlarken, dinden, düzenin korunmasının ideolojik kuvveti olarak faydalanmıştır." demiş Georges Politzer. Günümüz için ne kadar doğru olduğunu söylememe gerek yok sanırım. Geri kalmış toplumların kaderi budur işte.

Ülkemizde ne zaman bir sendikal hareket filizlenecek olsa, bir seviyeden sonra iktidarın güdümüne giren hayasız ve utanmaz tepe kadroları yüzünden hiçbir hareket amacına ulaşamamış, birilerinin çıkarı için oyuncak olmuştur sadece. Kimi zaman da sırf belli çıkarlar için sarı sendikalar kurulup başta da belirttiğim birlik bölünüp emekçi birlik zayıflatılmaya çalışılmıştır. Bunlara en bariz örnek de sanırım "Memur-sen" denen çöplük.

Memur-sen ülkeden memurlara mikroskobik boyutta zamlar yaparken ses çıkarmayan; konu türban olunca milyonlarca imza toplamaya kalkan sarı sendikanın tam karşılığı. Bu kadar gücün ve kudretin vardı ey Memursen; neden bu gücünü memurlara grev hakkı için, daha özgür bir ülke için, insani oranlarda bir zam için kullanmadın? Bu sana sorulmayacak mı? Böyle içi boş dinsel argümanlar sadece sorunu örtmek için yıllardır gözümüze tutulan perdelerden başkası değil.

Memursen 1 Mayıs'ı Çanakkale'de kutlama kararı almış. Kararı kimin dikte ettiği de malumunuz "efendileri" olan siyasal erkler.

Tüm emekçiler işçi/memur/öğrenci bir olmalı, sağlam durmalı. Haklar için-özgürlükler için bu zaruri bir durum. Birlik olmalıyız; bir olmalıyız ama "efendisi" para babaları ve iktidar olan değil, gerçek birlikler olmalıyız. Olmalıyız ki para babaları daha çok korksun!


Neden Blogger?

Bazen kendi kendime soruyorum bu soruyu, neden Blogger kullanıyorum? Bir değil pek çok cevabı var ve pek çoğu da tatmin edici. Her ne kadar bir çok Blogger kullanıcısı sonradan Wordpress'e geçse de sanırım ben hep Blogger'cı kalacağım.

Öncelikle Blogger birçok blog yazarının yazmaya attığı ilk adımdır. Basit bir adım değil bu, internette kullanıcı, alıcı taraf olmaktan karşı tarafa geçip içerik üretici olmak büyük bir adım. Ve bu noktada Blogger özellikle basit yapısı ve kolayca bir Gmail hesabıyla göndermeye başlanmasıyla bir değil, bir kaç adım önde. Kolayca eklenen gadgetler, yüzlerce sitede binlerce tema olanağıyla Blogger bu işe ilk adım atanlara geniş bir hazne sağlıyor.

Diğer bir büyük artı da Blogger'ın bir Google İmparatorluğu parçası olması. Bu yönüyle aramalarda ve seo(arama motoru optimizasyonu) konusunda yine bir kaç adım önde. Bu ne demek, ilgili aramalarda blogunuz önlerde gözükecek demek, yani daha çok ziyaretçi çekecek. Bununla bağlantılı diğer bir artı da ileri derece Adsense entegrasyonu. Adsense Google'ın site sahipleri için reklam servisi. Bu servis sayesinde blogunuza reklam alıp ziyaretçi kitlenizi paraya çevirebileceksiniz. Büyük paralar vaadetmese de yeni başlayanlar için büyük bir teşvik sebebi.

Blogger ileri düzey kullanıcılar için de yeterli. Şablonlarınızı html düzenleyerek hem hazır şablonları istediğiniz gibi düzenleyebilir, hem de sıfırdan kendi tasarım şablonlarınızı oluşturabilirsiniz. Yani hazır temalara mahkum değilsiniz. Blogger yine bu konuda da çok esnek.

Blogger sürekli gelişiyor. Blogger geliştirici blogu da bunları düzenli olarak duyuruyor. Mesela en son olarak ileri düzey kullanıcıların çok kullandığı html editör alanı yenilendi ve birçok gelişkin özelliğe kavuştu. Bundan 1 sene önce de tüm arayüz tasarımını değiştirerek modern bir yapıya kavuşmuştu. Örneğin istatistik alanında Blogger'ın yerleşik istatistik alanı yeterli sayılabilir. Ama daha ayrıntılı istatistikler için bir başka Google ürünü, Google Analitics'i de kullanabilirsiniz. Umarım bir yazıda da bu ürünle ilgili yazacağım, çünkü bu sistem kullanılarak büyük işler başarılabilir.

Blogger ücretsiz. Sanırım Wordpress'e oranla en büyük artısı bedava ve basit olması. Bir host almak, bir domain edinmek, hosta Wordpress kurmak çoğu insan için fazlasıyla zahmetli ve maliyetli. Yeni başlayan birisi için fazlasıyla zor. Tabi blogspot subdomaininden kurtulup, yılda 10-15 $'a kendi domaininizi de alabilirsiniz. Bunun da seo'da büyük artısı olduğu bilinen bir şey.

Özetlersek Blogger sürekli gelişen, her kitleden kullanıcıya hitap eden ve esnek bir sistem.
Tabiki internetin hakimi olan Google'ın da güvencesi ve desteği de yadsınamaz.

#Garip değil mi?


Başbakanı bir şiirden dolayı hapis yattıği iddia edilen ülkede bir başkası yazdığı 2 dize yüzünden ceza alıyor, hem de yıllar sonra. Garip değil mi?

Her konuda ileri gittiğimiz iddiası olan ülkede yıllar sonra aynı akıtbet yaşanıyor. Yani ilerliyoruz, ileri demokrasi, özgürlükler anayasası diye ağlayanların döneminde 2 dizenin cezası 10 ay oluyor. Garip değil mi?

İnsanlar "Eh iyi canım, 10 aymış. Zaten ertelenmiş, uzatmanın alemi yok" diyorken,
hala onlarca insan sedece düşünmek ve yazmaktan hapiste. Garip değil mi?

Özgür fikirleri beyan etmek sadece iktidar partisi görüşlerine ters düşmüyorsa özgür. Ve sene 2013 olmuş.

Ulan bu da mı garip değil?

Kadına Şiddet ve Devleti Rolü

Her yerden kadına şiddet haberleri gelirken, bir aklı evvel çıkıp akıllı kadın dayak yemez diyebiliyor ülkemde. Hani utanma, arlanma da yok. Asıl garibi ondan sonra da kadına şiddeti eleştiren bir kampanyada poz verebiliyor. Ne kadar yapmacık ve sahte.

Kadına şiddetin bu seviyelere dek gelip neredeyse gün aşırı kadın cinayeti olması şaşırtmıyor. Şu günlerde bile hala korunma isteyip dilekçe veren kadınların, devlet tarafından korunmadığını ve darp edildiğini ve daha kötüsü öldürüldüğünü duyuyoruz. Ve hala kadınlarımızı eğitelim deniyor ama eğitimli ve devletten yardım isteyen kadın bile öldürülüyor. Bırakın şu yalanı,kadınını korumayan devlet/polis varken bu sorun çözülmez. Ve yine bu durumdaki bir ülkeden Kadın Bakanlığı'ndan kadın adı çıkarılıp yerine aile konuyor.

Öyle ya aile bozulmasın diye sözde karakolda barıştırılıp daha sonra cenazesi çıkan onlarca kadın var. Öyle ya kürtaj hakkı bile kadının elinden alınmaya çalışılıyor. Sürekli 3 çocuk tavsiyesi yapılıyor paşamız tarafından.

Toplumumuzda öyle bir kanı oluşmuş ki ne yazık ki, şiddetin ne olduğu bile bilinmiyor. Şiddet inkar ediliyor en başta. Onlarca kadınımız kapalı kapılar ardında cehennemi yaşıyor. Belki hunharca öldürülünce haberimiz oluyor çilesinden belki hiç olmuyor.

Şiddetin ve gücün kutsallaştırıldığı kültürümüzde her sorunun ve çözümsüzlüğün sonucu şiddetle bitiyor. Hala uygar bir toplum olamadığımız için boşanma bir hak olarak görülmüyor. Kadın mal olarak görülüyor, iradesiz kabul ediliyor. Ne acı ki Güneydoğu kökenli berdel gibi iğrenç adetler hala devam ediyor.

Hep şu İslam kültürünün uzantısı bunlar. Toplumu saran muhafazakarlık/geri kafalılık/ilk çağ mantığı bir türlü tam olarak temizlenemedi. Ne zaman temizlenir bilinmez. Ama o güne kadar devlet ve devletin erkleri bu sorunu görmezden gelmek yerine gerçekten müdahale etmeli.

Nedir Bu Yandaş Medya?

Herkesin ağzında bir yandaş medya lafı. Ne bu yandaş medya? Cevaplar farklı ama tek bir gerçek var, günümüzde Türkiye'de özgür gazetecilik/televizyonculuk yapmak gerçekten zor.

Yandaş medya diyince akla ister istemez kadrolu yandaş TRT geliyor. TRT her dönem iktidar borozanı olmaktan ileriye gidememiş bir kanal olarak, bu dönem hükümetin isteği ile bir kanal bile açtı.(TRT şeş) Her hükümetin kadrolaşma için temel hedeflerinden biri TRT sözde kamu yayıncılığı ilkesi ile tartışma programlarında dahi belli kişilere kucak açıp diğer kesimlerden kimseye söz hakkı tanımadı.

Tabiki TRT pastanın küçük bir kısmı, özellikle bazı gazetelerin ve bazı köşe yazarlarının da hükümeti sürekli övüp, muhalefeti ise sürekli topa tutması anlaşılacak şey değil ve tarafsız olması gereken medyanın yapacağı şey değil, olmamalı. Gazetelerin yazarları ile ilgli yaptırımlarına bile müdahale eden bir hükümet anlayışı var. Sabah akşam başbakanı ve partisini alkışlayan gazetecileri bile tasmalı tabir eden bir başbakanımız var.

Halkımız uyanık olmalı, gerçeklerin saklanıp, sabah akşam sahte ve uydurma haberlerle halkı uyutanlar her daim vardır ve var olacaktır. Ama sanmıyorum ki bugüne kadar hiç bu kadar satılmış kalem ve kiralık basın olsun.

İnsanları hedef gösteren, saldıran ve provake eden dersek ilk akla gelen militan(!) gazetelerden biri de internetten yayın yapan Habervaktim sitesi. Bu belki en uç örneklerden birisi. Bir millet böyle uyutulur işte.

Ama bayrak kaldırılsın diyen kerkenezlerin, dinci bozmalarının akil ilan edilip,baştacı olduğu günümüzde, medyanın bu kadar tekel ve parababalarının da bu kadar iktidar yalakası olduğu günümüzde bunları doğal karşıladığımı tekrarlıyorum. Bu rezillikleri yapanlar yarın olası bir sol parti iktidarında da, en solcu, en Atatürkçü, hatta ve hatta komünist belki de Marksist kesilecekler. Bunlar kalemi kiralıklardır. Yazar değil dalkavuktur.

Nasıl dün Kenan Evren'e methiye düzüp, Menderes' e hakaret ettiklerini unutup darbe mağduru kesildilerse yarın da aynı tiyatroyu sergilemek için burada olacaklar. Balık hafızalı olmayalım yeter ki...


Türk Adı Silinemez. Nokta.

Türk milleti, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kurucu unsurudur.

Bugünlerde, paşamız Erdoğan'ın da sayesinde temel kimlik olan Türklük artık herkesin söylemekten çekineceği bir hale geldi. Bunun sorumlusu tabikii Erdoğan. Yıllardır terörle mücadelede olan Türkiye, hiç bir zaman bu kadar çaresiz ve beceriksiz yönetilmemişti.

Taviz, taviz, taviz... Taviz politikasının gideceği yer belli. Sonunda kanla vatanını emperyalist güçlerin pençesinden alan bir milletin geldiği hal, daha doğrusu getirildiği hal ortada. Arkasında Amerika'nın olduğu açık bir oyun sergileniyor. Askerler içeride, gazeteciler, düşünürler içeride. Meydan ümmetçi/kürtçü tayfasına kalmışken, onlar televizyonlarda avaz avaz Türklüğe ağız dolusu kin ve nefret kusarken; Türk ve vatansever yurtdaşlar çaresiz.

İşte "dindar başbakan"ımızın bizi getirdiği nokta. Amerikan'ın kucağında, İsrail'in sahte özrüyle bile neredeyse bayram edecek ülke. Evet, gerçekten bir süpergüç olduk. Erdoğan'ın hedefinin Türk adını ilelebet silecek olduğunu hep söyledim. Söylemlerinde yıllardır, Türk milleti demiyor, diyemiyor. Bu millet söylemini kullanırken zaten yeterince iğrençleşiyordu. Bu asil adı ağzına almasını biz zaten hakaret kabul ederiz Erdoğan'ın... Ama sen Ziraat Bankası'ndan tut da, sağlık ocaklarına kadar bu ismi silmeye kalkarsan, bu hainliği yaparsan tarih seni affetmez.

Şu an pek çok Türk tedirgin. Ama kimse ne yapacağını bilmiyor. Yıllarca apolitize edilmiş, en ufak tepkisi dahi siyaset addedilerek engellenmiş, öğrencisi/öğretmeni/işçisi polis jopuyla ezilip, biber gazı yemiş bir nesil varken tepki göstermek zor. Rasyonel bir tepki göstermek zor.

Bu böyle gitmez biliyorum. Bir gün ama bir gün, bu sabırtaşı patlayacak. Ama şunu da biliyorum ki o gün sen de hain Vahdettin gibi İngiliz veyahut bir Amerikan gemisine binip vatandan kaçar olacaksın.

Akil Adamların Amacı NE?

Sokakta, televizyonlarda, kahvelerde ve mecliste en çok merak edilen sorulardan birisi bu. Akil adamlar ne yapacak, amaçları ne?
Bu gruptan ne bekleniyor ve bu beklentilere karşılık verebilecekler mi?

Kendi penceremden bakmama gerekirse, akil adam fikrini baştan beri mantıklı bulmadığımı söylemeliyim. Akil adam arıyorsak biz geçen sene tam 550 tane akil adam seçmiştik. Nerede mi; Ankara'da! Sorunu çözeceklerse, hukuki olarak da etik olarak da sorumlu onlar. Bunların dışındaki hiçbir kimsenin fikir beyan etme dışında hakkı yoktur.

Akil adam mantığı, sorunu çözme, sorun hakkında iş yapma hakkını bil oligarşiye vermek demektir ki bu zaten hukuken temelsiz ve mesnetsiz bir çaba. Şu günlerde mecliste yaşanan saçma sapan tartışmaların sebebi de bu! Akp ve Bdp canhıraş bir şekilde bu komisyonu resmi görevli haline getirmeye çalışıyor. Çünkü onlar da bu komisyonun şu an temelsiz ve anlamsız bir konumda olduğunun farkında!

Peki tüm bu karmaşalar dışında en baştaki soruna geleceksek amaç ne? Chp bu fikri ortaya attığında amaç yöre halklarının fikri havasını meclise taşımak gibi bir amacı vardı. Ama şu an görünen o ki, Bdp(pkk) ve Akp'nin fikirlerini ve sözde çözümünü halka kabul ettirmek var. Yani sorun olarak görülen ve hedef alınan kitle, Pkk ile masaya oturulmasını ve Pkk emellerinin gerçekleştirilmesini istemeyen kitle.

Görünen o ki 1-2 yıl gibi sürede tüm kavramlar tepetaklak oldu. Pkk özgürlük için mücedele eden bir örgüt, Tsk ve vatanseverler ise darbeci/kandan beslenen/çözüm istemeyen oldu. Gerçekten ibret verici durum.

Taşlar Yerinden Oynayacak

Tarih sadece aptallar için tekerrürden ibarettir.

Günümüzde yaşanan "barış süreci" kod adlı süreç devam etmekte. Halkın, aklı başında ve vatansever halkın bunu benimsemeyeceğini, bunu reddedeceğini Erdoğan dahil herkes biliyor. İşte bu durumda kurulan "akil adamlar" saçmalığı devreye sokulmaya çalışılıyor.

Nedir akil adamlar? Solcu eskisi, Kürt, ümmetçi, vatanı satmaya hazır kişilikler birliği diyorum ben kısaca. Araya da 3-5 ünlü serpiştirilmiş ki bunun amacını anlamak da zor zaten. Orhan Gencebay sorunu çözecekmiş, hadi canım oradan. Bir ara Hülya Avşar ismi bile geçtiyse düşünün siz ötesini.

Dünya üzerinde bölünme planları çizilip malum Kürdistan haritaları elden ele dolaşırken, 3. sınıf Türk Filmleri çevirmekten öte meziyeti olamayan Hülya Koçiğit ne yapacak biri bana açıklasın? Aldatılan, hakir görülen kadını oynayıp, timsah gözyaşları mı dökecek, açıklayın...

Geçmişte, Osmanlı döneminde azınlıklara hak sağlama kılıfında yapılan devletin birliğinin köklerini dinamitleme çalışmaları 100 yıl sonra tekrar sahneye konuluyor. Tabiki Damat Ferit hükümetini aratmayacak Akp hükümeti sayesinde. Dedim ya tarih aptallar için tekerrürden ibarettir; gidilen yol açık: Bölünme...

Tabiki şu önümüzdeki süreçte yalancı bahar havası esmesi doğal. 3,5, 6 ay; hatta 1 yıl terör olayları minimize olacak ve bu planı önümüze atanlar, "Gördünüz mü, barışı getiriyoruz. Bu plana karşı çıkanlar kandan beslenenler. Onları kaale almayın." diyecekler. Büyük resmi göremeyen sıradan halk kitlesi için gayet tatmin edici bu açıklama halkı iyice gözü kapalı hale getirecek. Ve bugünü bekleyen Pkk gerektiği zaman sahneye girecek. Tabiki milletvekili olarak. Biz "Ne güzel terör bitti" derken, Güneydoğu elden çıkacak.

Her şey için geç olmadan birilerinin bazı şeyler anlaması dileğiyle...