kişisel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kişisel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Doksanlar Falan Filan...

Son dönemlerde popüler olan nostalji merakı, geçmişi yüceltip bugünü yadırgama tutkusu tüm hızıyla devam ediyor. Günümüzün ne kadar berbat ve pis olduğunu; insanların duygusuzlaştığından falan bahsedip hayali bir kötülüğe savaş açıyoruz, sanki bugünleri biz yaratmamışız gibi. Olumsuzlukları başkalarına maledip kenara çekilmekte de üstümüze yok sanırım insan ırkı olarak.

Önce 70'ler dalgası vardı, şimdi 80'lere döndü ibre, şimdilerde günümüzün kuşağının da etkisi ile hava birden 90'lara döndü gibi. E bu da hoşuma gitmiyor değil hani, 80'lerde dünyada olmayan benim için pek de malzeme yok bahsedecek bir 90'lar evladı olarak.

90'lar da dizi olarak yansıtılacakmış denilene göre, düşünüyorum da 90'lar ne ifade ediyor benim için? Pek de cevap veremedim desem yeridir. Açıkçası akıp giden zamanı dilimlere ayırmaktan, efsane nesil olmakla övünmekten de hazzettiğim söylenemez. Zaman akıp gidiyor, biz onu ne kadar takvimlere bölsek de o bütünlüğünden taviz vermiyor. Asıl garip olan da bir zaman "eski" diye hevesle atıp "yeni"sini tercih ettiğimiz şeylere özlem duymamız değil de nedir? Hiç bir şey eskide kalmıyor. Ne insanlar, ne nesneler eskimiyor, biz onlar acımasızca eskitirken değil de arkamıza baktığımızda özlüyoruz.

Bana kalırsa özlem duygusunun asıl sebebi nesneler, insanlar değil de bizzat kendimiz olsa gerek. Yıllarca eski bayramlar diye diye ağız şapırdatan yaşlı insanlar, eski bayramlarda yaşanan yoksulluğu, kıtlığı özlemiyor herhalde. İnsanlar çocukluklarına, gençliklerine özlem duyuyor, eski anıları yadediyor, eski her nesne aslında o günleri hatırlattığı için seviliyor, eski olduğu için değil.

Öyle olmasaydı şimdilerde sadece geri kalmışlığın sembolü olan kömür sobası neden özlensin? Eski moda akımları, şarkıcılar, şarkılar, filmler, insanlar, her şey; o günleri hatırlatan bir bahane. Arkaya bakarak yürümektense önüme bakıp şimdinin tadını almak lazım.

Allah Belanı Versin Biyokimya!

Birisi "Pala, bana biyokimya ile ilişkini açıkla" derse sanırım bu dersle olan seviyeli ilişkimizi en net özetleyen cümle bu olurdu. Belanı versin, varsa da versin yoksa da versin.

Aslında bunu daha önce de yazmayı düşünmüştüm ama ertelemiştim, sanırım şu an masadan yeni kalmış olarak, biyokimya hakkında yeterli duygu yoğunluğuna sahibim. Hayır zaten ezber yeteneği sıfır sularında gezinen birisi için olabilecek en zor bölümde okuyorum, zaten okul şimdiden uzadı, hem de biyokimyanın etkisi burada oldukça yoğun. Kargacık burgacık notların arasında kafayı yememe ramak kaldı, bunu hissediyorum.

Hele şu İstanbul'un insanı boğan havaları da şimdiden başladı. Ankara böyle değildi be; cidden böyle değildi, olmazdı. Masa başına oturunca terlemeye başlıyorum, odam hamam gibi, vize yaklaşıyor. Anlayacağınız zaman da; mekan da aleyhime işliyor.

Neyse yazınca bir nebze rahatladım sanırım.

İşte böyle.

Erkek Adam Tayt Giymez


Çok doğru, erkek adam tayt giymez. Hele geyikli tayt; aman aman!
Geyikli tayt meraklısı kadınları eleştirirken güzel de, taytlarıyla arzı endam eden Marvel süper kahramanlarına ne demeli?

Süpermen sanırım bilinen ilk taytlı süper kahraman. Batman, Spiderman...
Liste uzun; tamam takım elbise giymelerini beklemiyoruz da rahatlık için tayt giyen, rahat diye babet de giymeye kalkarsa n'apacağız? Babetleriyle kötü kovalayan babetli süper kahraman! Pek de ciddiye alınacak bir görünüş değil! Kahramandan çok ılık görünümü gibi olurdu sanırım.

Peki ya telefon kabinlerinde kıyafetini çıkarıp taytını giyen Clark Kent'i görseniz ne tepki verirdiniz acaba? Korkunç bir manzara, kelli felli bir adam, alelacele soyunup taytını geçiriyor, pelerinini takıyor. Cık, hayır gelmez Süpermen'den bize. O değil, işi bittikten sonra ne yapıyor? O halde tayt-pelerin kombinasyonuyla dolanacak değil ya; acaba üstünü çıkarıp katladığı telefon kabinine gidip tekrar mı değişiyor üstünü? Cık, hiç karizmatik değilsin be Süperman!

Hepsini geçtim de zor zamanlarında Süperman kostümünü nereden buluyorsun adamım, entel boyununda beliren fular gibi kendiliğinden mi oluşuyor nedir? Belki de içlik niyetine giyiyordur taytı-pelerini. Kış günü iyi de yazın yakar be evladım.

Bir Bardak Su ve Yarım Limon


Biliyor musun, sen yokken ne konuşmak ne de yazmak geliyor içimden.

Bilmiyorsun muhtemelen, bilmeni de istemiyordum zaten. 

Elimdeki bir bardak su ile ne yapacağımı tahmin bile edemezsin. Bir bardak su diyip geçme öyle. Bununla neler yaparım neler...

Önce dolabı açıp ne zamandan kaldığı bilinmeyen kokmuş, pörsümüş yarım limonu alacağım; öldüresiye sıkıp suya damlatacağım. Ekşi damlaların dağılışını ve kayboluşunu izleyeceğim usulca.

İşim bittiğinde seninle; ne su o eski berrak su, ne de o limon limon kalabilecek. Su ben; limon sen. Ne sen eskisi gibiyim ne de sen.

Bir Şeyler Yazmalı Bazen

Dinleyelim bakalım

Açıkçası bu yazıya başlarken ne yazacağım konusunda pek de fikrim yok. Bir şeyler denemek lazım bazen. Hayatımın en kötü zaman dilimini geçirdiğimi daha önce de yazmıştım. Akademik hayatımda sıkıntılar yaşadım, okulum uzadı, birazcık dış dünyadan koptum. Ama sanırım artık biraz daha iyiye gidiyor. Nereye gidecek bilemiyorum.

Bir de bugünkü Behzat Ç bölümüne ayrıca değinmek istiyorum. "Ne bölümdü yahu!". İzleyenler beni anlayacaktır eminim. Özel güvenlik teröründen, üniversitelerdeki yemek ücreti zamlarına; badem bıyıklı polis müdürüne, selamün aleykümleşmeye kadar ince değil, gayet kalın mesajlar vardı. Bu ülkede kurgu bile olsa olanlara ufaktan dokunduracak insanlara öylesine ihtiyaç duyuyoruz ki.

Akil adamlarla ilgili fikrimi zaten daha önce yazdıklarımda net olarak açıklamıştım. Halkın da genelinin böyle düşündüğünü biliyordum zaten. Sonuçta dün, önceki gün basında yer alan(açıkçası ana akım medyada es geçilen) haberler de bunu doğruladı. Aklı başında hiçbir vatandaş; bir grup sözde akil tarafından belli fikirlerin kendisine dikte ettirilmesine müsaade etmez. Etmemeli.

Diğer bahsetmek istediğim nokta da TC ibaresinin kaldırılması meselesi. Biliyorsunuz ki ilk olarak Sağlık Bakanlığı'nda patlak veren olayda Erdoğan habersiz olduğunu iddia etmişti, kim inandı bilemem tabiki. Bu sefer de ibretlik bir çarkedişle TC ibaresinin geri takılmasından rahatsız olduğunu açıkça söyledi. Şüphesiz ki bu hareketlerinde akilli vatandaşlar için bir uyarı var. Abd diktesiyle işlenmeye çalışılan bir planı bu millet sindirmez, sindirimez, kabul etmez. Zorla ağzına tıkılırsa da, gereken yere kusar bu saçmalığı; ki böyle de oluyor, olacak.

Sanırım haftanın en sevilen zaman dilimi herkes için cuma akşamıdır. Önümüzde 2 günlük tatil var. Tabiki cumartesi çalışanlar da var. Olsun. Herkese iyi tatiller, akilli günler...

Kaliteli Yazıların 5 Altın Kuralı

Blog yazmak çok insan için bir hobi, kimileri içinse gelir kazanma alanı. Her iki grup için de okunmak ve takip edilmek değerli. Çok okunmak ve çok kazanmak için en temel yol, kaliteli ve özgün yazılar. Gelin nasıl daha özgün ve okunulası yazılar yazılır inceleyelim.

Yazının konusu ilgi çekici olmalı. Kişisel bir şeyler yazıyorsanız bile buna dikkat edin. Aslına bakarsak internette ilgileri çok değişik milyonlarca insan olsa da her zaman daha geniş kitleleri hesaplayarak yazın. Genç bir kullanıcı kitlesi olduğunu hesap etmelisiniz. Çokça merak edilen, Google'da çok aranan konuları düşünün. Bu konularda yazdığınız doyurucu ve açık yazılar; öz ve kısa cevaplar blogunuza çokça ziyaretçi çekecektir.

Unutmamak lazım, makarna nasıl yapılır diye Google'layan insanlar var. Geniş düşünün.

Yazının başlığı albenili olmalı. İlgi çekici bir konuda yazılan yazıyı güzel bir başlıkla taçlandırmak lazım gelir. Hem unutmayın, Google aramaları listelendiğinde başlıklar gözükecektir. Öncelikle kendinizi değerlendirerek başlayın işe, sizi o linke tıklamaya itenler ne? "muhteşem", "harika" gibi şaşalı kelimeler; arananın içeride olduğuna ikna eden net başlıklar işinize yarayacaktır.

Bu yazının başlığı da buna örnek olabilir. Şunu da unutmayın,"bakmadan geçme" tarzı pazar üslubu da pek çekici olmayabilir.

Düzgün dil kullanın, imlaya özen gösterin. Bunlar kullanıcılara göze hoş gelen bir içerik sunmanızı sağlar. Güvenilir ve düzgün bir imaj yaratır. Çoğu kullanıcı argo kelimelerden, küfürden hoşlanmaz. Konu içindeki argo sizin üslubunuzun parçası olabilir. Ya da yazımdaki ciddiyet/rahatlık indeksi okuyucu kitlenize yönelik olabilir. Ama kaliteli görünüm vermek için azami özeni göstermekte fayda var.

Bir de unutulmaması gereken nokta herkesin anlayabileceği bir şekilde yazın. Terim kullanıyorsanız açıklayın. Her yaş ve meslek grubundan okuyucunuz olabileceğini unutmayın.

Yazıyı düzenli ve tutarlı bir şekilde aktarın. Uzun yazıları bile alt başlıklara ayırarak okunur kılabilirsiniz.Kişisel bir yazı yazıyorsanız bile anlattığınız olayı/durumu baş-son, önce/sonra ilişkilerine dayanarak anlatın. Güncel bir konu hakkında yazıyorsanız buna daha çok dikkat edin, gerekirse anlattığınız olayla ilgili haber linklerini  de ekleyin. Ara cümlelerle konuyu dağıtmayın, başta belirlediğiniz konudan uzaklaşmayın.

Bildiğiniz konuda yazın/yazdığınız konu hakkında bilgilenin. Bir önceki maddede de belirttiğim gibi haber sitelerinden ya da kaynak sitelerden linkler ekleyerek okuyucunuza olayla ilgili bilgi vermeniz yararlı olacaktır. Bu hem okuyucuya güven verir hem de sadık bir kitle oluşturmanıza yardım edecektir.

Ek olarak da; yazınızın içeriği ne olursa olsun, görsellerle, seslerle desteklemek faydalı olabilir. Bu hem görsellerde indekslenmenizi sağlar hem de yazınızı görsel olarak çekici hale getirir.

Yalnız Yaşamak Hakkında

Blogumda fazlaca kişisel şeyler yazmayı sevmesem de; 1,5 yıllık deneyimli bir "yalnız  yaşayan" olarak bu konuda yazmayı uzun zamandır düşünüyordum. Anlatacaklarım genel olarak kendi yaşadıklarım ve çevremdekilerden gördüklerim olacak.

Nedir yalnız yaşamak? Kimi zaman dünyanın en huzurlu şeyi olabilir, kimi zaman da en berbat durum olabilir. Tabiki bu biraz da "yanlız yaşayan"ın sosyal çevresine bağlı.

Yalnız yaşamak, 
Kimi zaman 5 litrelik damacanadan su içmektir,
Yemeği tabağa koymaya gerek kalmadan tencereden yemektir,
Giyinirken-soyunurken kapı kapatmaya/odaya gitmeye gerek duymamaktır,
Müziğin sesini keyfine göre açmaktır,
İnternet kotasını tek başına doldurmaktır, kotayı paylaşmaya gerek duymamaktır,
Sınav zamanları yalnızlıktan tek başına konuştuğunu farketmektir,
İç sesinle konuşmaktan kendi sesine yabancılaşmaktır,
Bulaşık sırasının hep sende olmasıdır, daha doğrusu bulaşık sırası olmamasıdır,
Sofra adabı denen şeyin tamamen anlamsız kalmasıdır,
Çay suyunu kendin koymak, çayı kendin demlemektir,
Kumandada totoliter bir hakimiyet kurmaktır,
Kalabalık bir eve gittiğinde bunalmaktır,
Yatmadan önce iyi geceler diyecek kimsenin olmaması ve ışığı kapatıp yatmaktır.

Yorgunum Mütemadiyen.

Hayat, garip bir koşu. Sonunu bilmediğimiz bir yol gibi.

Belki bilsem 80'ime kadar yaşayacağım, belki bilsem mutlu olacağımı, daha dirayetli olabilirdim. Emin olabilseydim başaracağıma belki daha sıkı tutunabilirdim.

Ama bilmiyorum, bilmiyorum işte. Sorun da burada. O kadar çok bilmediğim, o kadar çok merak edip bulamadığım, o kadar çok cevapsız sorum varken, daha fazla dayanmak zor. Bellki de bu yüzden mütemadiyen yorgun, mütemadiye mutsuz ve yine mütemadiye arsızım.

Çok bilinmeyenli bir denklemin bilinmeyeni gibi ve bilemeyeceği gibiyiz hepimiz. Bu kadar çok karanlık nokta olmasa elimizde fenerlerle koşmanın anlamı kalır mıydı acaba? Ya da cevapları olsa tüm sorularımızın bu kadar çok koşturur muyduk hayat yolunda?

Ve acaba bu kadar yorgun olur muyduk sorularımızın cevapları avucumuzun içinde olsa?
Son noktayı koymaya ne kadar var acaba?

Evrimi Tanımdan Evrime Düşman Olmak

Sanırım evrim teorisi kadar çok tartışılan, kabul edilen/yalanlanan başka bir teori yoktur. Yıllardır çılgınca çürütülmeye çalışılan bir teoriden bahsedioruz ve 160 yıl geçmesine rağmen her gün daha sağlamlaşan bir teori.

Peki bu ilginin sebebi ne acaba diye düşünelim? Neden görelilik teorisi, atom teorileri değil de evrim? Neden? Sebebi açık aslında halihazırda bilimsel çalışmaların çoğu cansız madde dünyasını ilgilendirirken evrim insanın nereden gelip nereye gittiğini, daha önemlisi insanın nasıl ortaya çıktığına açıklama getiriyor.

İşte tam da bu noktada tek tanrılı dinlerin(Musevilik,Hristiyanlık,İslamiyet) hakimiyet alanına müdahale ediyor ve onları son derece sağlam temellere dayanarak yıkıyor, adeta darmadağın ediyor. Yıllarca dini taassuplara ve soyut-hayali inançlara alışmış beyinlere adeta ışık tutuyor. Karanlığa alışmış yarasalara ışık tutmak gibi adeta, bilimin ışığını yakıyor.

Şu noktada eklemem gereken önemli bir şey de "evrim=insan maymundan geldi" gibi hiçbir değeri olmayan bir denklem kurulmaya çalışılması. Bunun temeli aslında 1872'ye kadar gidiyor. Ahmet Mithat Efendi, Darvin teorilerini Osmanlı zamanında ilk dile getiren ve çeviren kişi. Ta o zamanlar yaptığı "evrim=maymundan gelme" iddiası yıllarca evrimin yanlış anlaşılmasına ve hatta bu konuda konuşulmasının yasaklanmasına sebep oldu. O kadar ki 1859'da ilk basımı yapılan "Türlerin Kökeni" modern Türkiye'de ancak 1970'lerde basılabildi.

Şimdiki dincilerin çoğunlukla saldırdığı maymundan gelme iddiası evrimin teorisi değildir, zamanında yapılan bir hatanın devamıdır. Tabiki insanları evrimin yanlışlığına inandırmak için çırpınan dinci/gerici odaklarında elindeki yegane malzemedir.

Yıllardır bilimsel temeller dışında dini taasuplarla kör gözlerle bakılan evrime doğru bakmak için yapılması gereken okumaktır. Alın Darvin'in kitaplarını okuyun. Daha sonra günümüze dek yazılan kitapları okuyun. Göreceksiniz size anlatılanla gerçekler farklı. Bilim her zaman %100 doğru olduğunu iddia etmez, ama her zaman doğruya ulaşmak için çabalar. Okuyun, okuyun.

İster kabul edin/ister yalanlayın. Ama bilmediğiniz şeylere kör gözle saldırmamak için okuyun.

Tasarımımız Biraz Değişti.

Selamlar herkese.

Bir-iki saatlik uğraşılarım sonucu blogumun temasında ufak tefek değişiklikler yaptım. Temel değişime header bölümünde rastlamak mümkün, header alanının rengini standart turuncu renkten, kırmızımsı bir renge çevirdim. Ayrıca sağ menünün hover efektini (fare ile üstüne gelince değişen linkler) daha uygun bir versiyon yaptım.

Ayrıca header ile içerik alanı arasına siyah bir alan yerleştirdim. Sebebi ise tek sütünlu temama widget ekleyemiyor olmamdı. En alt kısımda widget alanları olmasına rağmen pek görünür değiller. Yeni alanı sosyal medya hesaplarımı paylaşmak, reklam vermek, takipçi widgeti yerleştirmek için kullanmayı düşünüyorum. Şu an halen yapım aşamasında.

İleriki aşamada ise jquery kullanarak siyah alanı daha efektif hale getireceğim, orası da sürprüz olsun. Ayrıca "sonraki yazı" daha belirgin bir renkle değiştirdim. Bir de yazı için turuncu linkleri kalın fontla yazılı bir hale getirdim.

Yeni yazımı da yayınladım ayrıca, iyi okumalar...

Biraz da Kendimden mi Bahsetsem?


Bir süredir bir şeyler karalıyorum. Blogger'da defalarca blog tutmaya çalışıp sonradan sıkılıp bıraktım. Bu sefer de bir hevesle başladım. Ne kadar sürer bilemiyorum. Açıkçası pek kendim hakkında yazmayı beceremiyorum. Bir yerden başlayalım bakalım.

Öncelikle bugünlerde eğitim hayatımın aksaması sebebiyle biraz boşluğa düştüm. Biraz değil hatta baya baya bomboş oturuyorum. Çalışmam gereken sınavlarım da var olmasına da kılımı kıpırdatmak da içimden gelmiyor. 

Evet, yine takıldım sanırım. Ne yazsam...

Neyse bu yazıyı kaydederim belki yayınlarım belki yayınlamam. Neyse bu aralar felsefeye merak sardım. Materyalizm/idealizm hakkında, daha doğusu felsefenin temel problemleri hakkında bir şeyler okumaya çalışıyorum. Özellikle Marx ve Engels'in komünist manifestosu ve Marksizm hakkında bilgi topluyorum. Bir yandan da dinci kardeşlerimizin en çok çıldırdığı konu, evrim teorisi hakkında bir şeyler okumaya başladım. Tabi ki temel kitap Darvin'in "Türlerin Kökeni" kitabı. 

Uzun süredir günlük tutuyorum, yani geleneksel anlamda deftere  tutulan günlük. Tutmanızı da tavsiye ederim, yıllar öncesini karıştırıp okumak, o günkü el yazınızla kendi düşüncelerinizi okumak çok eğlenceli oluyor. Canlı canlı nostalji işte!

Sanırım uykum geliyor yavaş yavaş. Kısa keseceğim sanırım. Şu günlerde olanlar da canımı sıkmıyor değil, malum barış süreci denen kepazelik. Bu konu sıradan bir siyasi tartışmadan ayrı ülkemizin ve milletimizin geleceğini doğrudan etkileyecek bir konu; iyi ya da kötü. Ne yazık ki bunları halka anlatacak gerçek bir basın organı yok. Televizyonlar sabah akşam bir adadaki 3-5 at hırsızını ya da götüyle kaval çalan yeteneksizleri vereceğine bunları verebilir mesela. 

Yeri gelmişken Acun'a nefretimi kusmak isterim. Ve Acun ürünü olan tüm medya maymunlarına. Bir de itiraf edeyim, nickim Pala Remzi olmasına rağmen pala bıyıklarım yok; hatta bıyıklarım yok.

Neyse selametle kalın. Bir daha kendimden bahsedeceğimi sanmıyorum.
Hadi bakalım yayınlamış olalım.

The Civil Wars- Falling - Hadi bunu da dinleyin bari.