Bir Bardak Su ve Yarım Limon


Biliyor musun, sen yokken ne konuşmak ne de yazmak geliyor içimden.

Bilmiyorsun muhtemelen, bilmeni de istemiyordum zaten. 

Elimdeki bir bardak su ile ne yapacağımı tahmin bile edemezsin. Bir bardak su diyip geçme öyle. Bununla neler yaparım neler...

Önce dolabı açıp ne zamandan kaldığı bilinmeyen kokmuş, pörsümüş yarım limonu alacağım; öldüresiye sıkıp suya damlatacağım. Ekşi damlaların dağılışını ve kayboluşunu izleyeceğim usulca.

İşim bittiğinde seninle; ne su o eski berrak su, ne de o limon limon kalabilecek. Su ben; limon sen. Ne sen eskisi gibiyim ne de sen.

1 Mayıs Korkusu

Dinleyelim bakalım
Proleterlerin, emekçi sınıfın birliği; para babası kapitalistlerin  korkulu rüyasıdır. Bir amaç uğruna birleşmiş ve tek yürek olmuş yığınlar her zaman güçlü ve yenilmezdir. Para sahiplerinin tek çıkarı bu emekçi sınıfı bölüp-parçalayıp etkisiz hale getirmektir.

1 Mayıs da işçi hareketinin sembol günlerinden. Ayrıca Taksim'de yaşanan kanlı 1 Mayıs da bugüne anlam yükleyen başka bir olay. Geçmişte kurşun sıkılıp yine de bitirilemeyen bu ruh, birlik ruhu günümüzde de yasaklarla, engellemelerle sindirilmeye, etkisiz hala getirilmeye çalışılıyor. Geçmişte Taksim'in yıllarca kutlamalara kapalı tutulması bir yana şimdi de inşaat çalışmaları bahenesiyle Taksim kutlamalara kapatılmaya çalışıyor. Kimse bana bunun olağan bir durum olduğunu; yasaktan ziyade bir zorunluluk olduğunu anlatmasın. Bunu kimse yemez bu saatten sonra.

Ülkemizde siyasal iktidarlar ne yazık ki hiçbir zaman emekçilerin, ezilenlerin değil de sömürücülerin yanında olmuştur, ve yine ne garip ki şu anki iktidarın oy deposu addedilen yerler düşük gelirli işçi-emekçi-memur yerleşimleridir. Bunda; şüphesiz gözüne din perdesi çekilmiş vatandaşların etkisi de büyük.

"En eski zamanlarda bilgili, görgülü yönetici sınıflar, kitleler üzerinde sürdürdükleri yalanların bir sözcüğüne bile inanmazlarken, dinden, düzenin korunmasının ideolojik kuvveti olarak faydalanmıştır." demiş Georges Politzer. Günümüz için ne kadar doğru olduğunu söylememe gerek yok sanırım. Geri kalmış toplumların kaderi budur işte.

Ülkemizde ne zaman bir sendikal hareket filizlenecek olsa, bir seviyeden sonra iktidarın güdümüne giren hayasız ve utanmaz tepe kadroları yüzünden hiçbir hareket amacına ulaşamamış, birilerinin çıkarı için oyuncak olmuştur sadece. Kimi zaman da sırf belli çıkarlar için sarı sendikalar kurulup başta da belirttiğim birlik bölünüp emekçi birlik zayıflatılmaya çalışılmıştır. Bunlara en bariz örnek de sanırım "Memur-sen" denen çöplük.

Memur-sen ülkeden memurlara mikroskobik boyutta zamlar yaparken ses çıkarmayan; konu türban olunca milyonlarca imza toplamaya kalkan sarı sendikanın tam karşılığı. Bu kadar gücün ve kudretin vardı ey Memursen; neden bu gücünü memurlara grev hakkı için, daha özgür bir ülke için, insani oranlarda bir zam için kullanmadın? Bu sana sorulmayacak mı? Böyle içi boş dinsel argümanlar sadece sorunu örtmek için yıllardır gözümüze tutulan perdelerden başkası değil.

Memursen 1 Mayıs'ı Çanakkale'de kutlama kararı almış. Kararı kimin dikte ettiği de malumunuz "efendileri" olan siyasal erkler.

Tüm emekçiler işçi/memur/öğrenci bir olmalı, sağlam durmalı. Haklar için-özgürlükler için bu zaruri bir durum. Birlik olmalıyız; bir olmalıyız ama "efendisi" para babaları ve iktidar olan değil, gerçek birlikler olmalıyız. Olmalıyız ki para babaları daha çok korksun!


Akil Adamlara Neden Karşıyım?

Bir soru ile başlayalım. "akil adamlar komisyonu" önerisini ilk dillendiren kimdi?
Garip gelecek ama akil adamlar fikrini ortaya ilk atan Chp ve Kemal Kılıçdaroğlu idi. İsmi olarak benzer olmasına rağmen bugünkü akil adam organizasyonunun ve görevinin Chp'nin ortaya attığı görüşle alakası yok. Neden karşıyım/karşıyız bir de ona bakalım.

Chp'nin önerdiği akil adamların görevi şuydu, belli yörelerin sevilen, sayılan, halkla ilişkisi iyi olan kişileri bir grup kuracak ve bu grup sokağa inerek halkın nabzını tutacaktı. Kendi görüşlerini halka aktaracak, halkın düşüncelerini ve görüşlerini de süzerek bir rapor haline getirip meclise sunacaktı. Peki bugünkü hükümet borazanlığı yapan sakil adamların bu fikirle en ufak bir ilgisi var mı, yok.

Akp Chp'nin tüm önerilerine kulak tıkamaktan başka bir şey yapmadı. Hatta ve hatta; Kılıçdaroğlu diyalog çağrısı yaptığında Bdp ve Chp ittifakından bahsedip Chp'yi Pkk'nın vagonu olmakla suçladı. Silahlar sussun diyenlere, ret cevabı verip sınır ötesi harekat izni alıp, Pkk kamplarını bombaladı.

Neden sonra günümüze geldiğimizde Akp yine çark edip, bu sefer de barış lafını ağzına doladı. Diyalogdan ve silahların susmasından bahsetmeye başladı. Pkk ile görüştüğünü iddia edenlere ateş püskürüp, kısa süre sonra "görüşürüz size ne?" tavrı takındı. Öcalan bir anda siyasal muhatap ilan edilip, devlet tarafından "Kürt Halkı Temsilcisi" nişanesi takıldı, garip ama devlet eliyle.

Sürecin gelişimini özetlemeye çalıştım. Sizce de bu kadar kısa sürede,  Erdoğan ve hükümet söyleminin bu kadar değişmesi normal mi? Değil, bu işin içinde bir iş var. Bu işin içinde Amerika parmağı var.

Şimdi gelelim akil adamlarımıza, İslamcı/Kürtçü tayfasından seçilmiş; tarafsız/halktan taraf olamayacak adeta militan köşe yazarı-düşünür-yazarlarla bu iş olmaz. Toplumla aynı telaşı, aynı dertleri ve çekinceleri taşımayan, sadece çıkarlarına göre konum alan bu insanlar akil falan olamaz. Tek dertleri iktidara olabildiğince yakın olup, kendileri güvenceye almak olan bu adamların toplum tarafından sevilmediği de bir gerçek. Nereye gitseler protesto edilip yuhalanacakları gerçek.

Ülke zor duruma düşse emin olun ilk kaçanlar şimdi köşelerinde ahkam kesen sözde akil adamlardır. Bunların derdi ülkenin hali değil, deri cüzdanları ve sağlam konumlardır. Tek görevleri var. Hükümete olabildiğince zaman kazandırıp halkı uyutmak, kandırmak, iktidar propagandası yapmak. Eğer dertleri 2. paragrafta bahsettiğim gibi olsaydı zaten bu kadro kurulmazdı.

Ağzından salyalar saçarak Türklüğe nefret kusan, vatan-millet kavramından bihaber, kişiliksiz kuklalar unutmasın; tarih bu rezaleti de not düşüyor bir yerlere. Aşağıladığınız, hor gördüğünüz, sömürdüğünüz Türk mileti sizi de alaşağı edip yere serecek. Şimdilik sefanızı sürün. Follow my blog with Bloglovin

Bir Şeyler Yazmalı Bazen

Dinleyelim bakalım

Açıkçası bu yazıya başlarken ne yazacağım konusunda pek de fikrim yok. Bir şeyler denemek lazım bazen. Hayatımın en kötü zaman dilimini geçirdiğimi daha önce de yazmıştım. Akademik hayatımda sıkıntılar yaşadım, okulum uzadı, birazcık dış dünyadan koptum. Ama sanırım artık biraz daha iyiye gidiyor. Nereye gidecek bilemiyorum.

Bir de bugünkü Behzat Ç bölümüne ayrıca değinmek istiyorum. "Ne bölümdü yahu!". İzleyenler beni anlayacaktır eminim. Özel güvenlik teröründen, üniversitelerdeki yemek ücreti zamlarına; badem bıyıklı polis müdürüne, selamün aleykümleşmeye kadar ince değil, gayet kalın mesajlar vardı. Bu ülkede kurgu bile olsa olanlara ufaktan dokunduracak insanlara öylesine ihtiyaç duyuyoruz ki.

Akil adamlarla ilgili fikrimi zaten daha önce yazdıklarımda net olarak açıklamıştım. Halkın da genelinin böyle düşündüğünü biliyordum zaten. Sonuçta dün, önceki gün basında yer alan(açıkçası ana akım medyada es geçilen) haberler de bunu doğruladı. Aklı başında hiçbir vatandaş; bir grup sözde akil tarafından belli fikirlerin kendisine dikte ettirilmesine müsaade etmez. Etmemeli.

Diğer bahsetmek istediğim nokta da TC ibaresinin kaldırılması meselesi. Biliyorsunuz ki ilk olarak Sağlık Bakanlığı'nda patlak veren olayda Erdoğan habersiz olduğunu iddia etmişti, kim inandı bilemem tabiki. Bu sefer de ibretlik bir çarkedişle TC ibaresinin geri takılmasından rahatsız olduğunu açıkça söyledi. Şüphesiz ki bu hareketlerinde akilli vatandaşlar için bir uyarı var. Abd diktesiyle işlenmeye çalışılan bir planı bu millet sindirmez, sindirimez, kabul etmez. Zorla ağzına tıkılırsa da, gereken yere kusar bu saçmalığı; ki böyle de oluyor, olacak.

Sanırım haftanın en sevilen zaman dilimi herkes için cuma akşamıdır. Önümüzde 2 günlük tatil var. Tabiki cumartesi çalışanlar da var. Olsun. Herkese iyi tatiller, akilli günler...

Akil Adamlar Tiyatrosu

Akil adamlar denen güruh ortaya çıktığından beri hemen her gün haberler yapılıyor. Çoğunun belli bir senaryoya göre tezgahlanan hikayeler olduğu o kadar açık ki. Yine ve yine basın kullanılarak dimağlara taciz başladı. Amaç tabiki algıları bulandırıp istenilen frekansa ayarlamak.

Daha önce Akil Adamların Amacı NE? yazımda da vurgulamıştım. Bu oyunun, bu saçmalığın amacı halkı yapılmak istenen oyuna alet etmek; "Halk istedi biz yaptık" yalanına zemin hazırlamak.  Hayır halk istemiyor, %58 destek var dersen eğer neye dayanarak bu saptamaya ulaştın derler adama. Farkında olmadan referandum falan mı yaptınız? Ya da yandaş şirketlerden birine ısmarlama anket mi yaptırdınız? Muhtemelen ikincisi.

Takip edenler mutlaka izlemiştir, Mardin konulu bir haberde tema şuydu; "Barış süreci etkisi ile oluşan olumlu hava ile şehre gelen turist sayısı arttı". Bu tema çevresinde yapılan(daha doğrusu yazılan) haberde benzer "barış süreci" vurgusu 5-6 kez yapıldı. Oradaki 3-4 esnafla da konuşularak bu tez sağlamlaştırıldı. Basın bu kadar adi olmamalı. Ismarlama haber yapıyorsunuz bari inandırıcı olsun be kardeşim. İki iddia var; 1- turist sayısı arttı, 2-Bu artış barış sürecine bağlı. İlki tamam da ikinci yargıya nereden ulaştınız? Cevap yok.

Hatırlarsanız Trt geçen seneye kadar her yaz başı, tam bu aralarda bir haber okurdu. "Pkk terör örgütü bitme noktasına geldi".  Her yıl papağan gibi tekrarlanan basmakalıp bu cümleyel terörün bitmeyeceği anlaşıldı sanırım. Ama şunu da anlamalısınız; barış süreci, barış süreci diyerek de Pkk bitmez. Pkk ancak ve ancak uzun soluklu ve amansız bir silahlı mücadele sonucu bitirilir. Bittiği 2000'li yıllara bakınız, anlayacaksınız.

Tekrar (s)akil adamlar meselesine gelirsek ilkeli(!)  basınımızın yine ısmarlama haberdeki başarısını göreceksiniz. Tüm illerde aynı sahne, 3-4 vatandaş; yanlarında (s)akil adamlar oturmuşlar. Ortam samimi, anadolu şivesi konuşan bir kadın "terör bitsin, kan akmasın" tarzı bir şeyler geveliyor. Ve bunu da halkın %58'i süreci destekliyor diye yutmamızı bekliyorsunuz.

Daha çok bekleyeceksiniz. Beyzbol sopasından korkuyorsan, camiye imam olacaktın koçum.

Kaliteli Yazıların 5 Altın Kuralı

Blog yazmak çok insan için bir hobi, kimileri içinse gelir kazanma alanı. Her iki grup için de okunmak ve takip edilmek değerli. Çok okunmak ve çok kazanmak için en temel yol, kaliteli ve özgün yazılar. Gelin nasıl daha özgün ve okunulası yazılar yazılır inceleyelim.

Yazının konusu ilgi çekici olmalı. Kişisel bir şeyler yazıyorsanız bile buna dikkat edin. Aslına bakarsak internette ilgileri çok değişik milyonlarca insan olsa da her zaman daha geniş kitleleri hesaplayarak yazın. Genç bir kullanıcı kitlesi olduğunu hesap etmelisiniz. Çokça merak edilen, Google'da çok aranan konuları düşünün. Bu konularda yazdığınız doyurucu ve açık yazılar; öz ve kısa cevaplar blogunuza çokça ziyaretçi çekecektir.

Unutmamak lazım, makarna nasıl yapılır diye Google'layan insanlar var. Geniş düşünün.

Yazının başlığı albenili olmalı. İlgi çekici bir konuda yazılan yazıyı güzel bir başlıkla taçlandırmak lazım gelir. Hem unutmayın, Google aramaları listelendiğinde başlıklar gözükecektir. Öncelikle kendinizi değerlendirerek başlayın işe, sizi o linke tıklamaya itenler ne? "muhteşem", "harika" gibi şaşalı kelimeler; arananın içeride olduğuna ikna eden net başlıklar işinize yarayacaktır.

Bu yazının başlığı da buna örnek olabilir. Şunu da unutmayın,"bakmadan geçme" tarzı pazar üslubu da pek çekici olmayabilir.

Düzgün dil kullanın, imlaya özen gösterin. Bunlar kullanıcılara göze hoş gelen bir içerik sunmanızı sağlar. Güvenilir ve düzgün bir imaj yaratır. Çoğu kullanıcı argo kelimelerden, küfürden hoşlanmaz. Konu içindeki argo sizin üslubunuzun parçası olabilir. Ya da yazımdaki ciddiyet/rahatlık indeksi okuyucu kitlenize yönelik olabilir. Ama kaliteli görünüm vermek için azami özeni göstermekte fayda var.

Bir de unutulmaması gereken nokta herkesin anlayabileceği bir şekilde yazın. Terim kullanıyorsanız açıklayın. Her yaş ve meslek grubundan okuyucunuz olabileceğini unutmayın.

Yazıyı düzenli ve tutarlı bir şekilde aktarın. Uzun yazıları bile alt başlıklara ayırarak okunur kılabilirsiniz.Kişisel bir yazı yazıyorsanız bile anlattığınız olayı/durumu baş-son, önce/sonra ilişkilerine dayanarak anlatın. Güncel bir konu hakkında yazıyorsanız buna daha çok dikkat edin, gerekirse anlattığınız olayla ilgili haber linklerini  de ekleyin. Ara cümlelerle konuyu dağıtmayın, başta belirlediğiniz konudan uzaklaşmayın.

Bildiğiniz konuda yazın/yazdığınız konu hakkında bilgilenin. Bir önceki maddede de belirttiğim gibi haber sitelerinden ya da kaynak sitelerden linkler ekleyerek okuyucunuza olayla ilgili bilgi vermeniz yararlı olacaktır. Bu hem okuyucuya güven verir hem de sadık bir kitle oluşturmanıza yardım edecektir.

Ek olarak da; yazınızın içeriği ne olursa olsun, görsellerle, seslerle desteklemek faydalı olabilir. Bu hem görsellerde indekslenmenizi sağlar hem de yazınızı görsel olarak çekici hale getirir.

Saçmalama Özgürlüğü

Fazıl Say biliyorsunuz bu hafta içinde de açıklandığı gibi, bir çift dize paylaşması sonucunda 10 ay hapis cezası aldı. Tabiki Akp'li bakanlar da bu kararla ilgili açıklama yapma yarışına girdi. En ironik açıklama ise Egemen Bağış'tan geldi. "Saçmalama özgürlüğü!"
"'Keşke mahkeme, Say kararını 'saçmalama özgürlüğü' olarak değerlendirseydi'
Sanırım böyle bir ironi ülkedeki özgürlük alanının ne kadar geniş oluğunu ortaya koyuyor. Beğenemdiği/hoşuna gitmeyen her düşünceye saçma diyip işin içinden sıyrılmak cahil ve aymazların işidir. Ünlü bir sözdür, "Sana katılmıyorum ama sana saygı duyuyorum". Akp'liler bunu unutalı çok oldu. Azınlık olduğu-güçsüz olduğu vakit saygı bekleyip, gücü eline aldığında ise aynı zamanda saygıyı da unutan insanlara bir söz söylenebilir. "Ben sana bakan olamazsın demedim, adam olamazsın dedim".

Diğer bir açıdan saçmalama özgürlüğünden bahsedeceksek bu özgürlükten en çok faydalananın da yine hükümetimizin değerli bakanları olduğu ortada iken; böyle bir söz etmek sanırım kendi ayağına sıkmaktır. Eskide de çok örnek var ama birkaç gün önce, ilacı Türkiye'de olmadığı için Erdoğan Bayraktar'a yakınan kıza; bakanın para vereyim de git üslubu(üslupsuzluğu) takıması saçmalama değil de nedir? "Takla at da görelimler"ler, "Ananı da al git"ler, "Kız mıdır kadın mıdır bilemem"ler, "Biliyorsunuz Kılıçdaroğlu Alevi"ler havada uçuşurken sayın bakanımız Bağış'ın en ufak aykırı görüşü saçma diye nitelendirmesi anlamsız kalıyor.

Bu ülkeye bu kadar saçmalık yetmez gibi bir de Öcalan'ın devletle, meclisle, terörist yuvası Kandil'le adeta bir mektup arkadaşı haline getirilmesinin sorumlusu bir hükümet varken bence Egemen paşam pek konuşmasın. Saçmalamanın kitabını biliyoruz ki siz yazdınız.

Bu ülkede saçmalamak özgür olmasın arkadaş, yasaklansın! Özellikle de devleti yönetme noktasına gelen hayasızların fütursuzca konuşup, her lafında hakaret, her lafında ayrı gaf yapması yasaklansın. Bu ülkede vatandaşla dalga geçmek, sesini duyurmak isteyen vatandaşı korumalarla yaka paça hapise tıkmak da yasaklansın hazır.

Tek ürettiği din temelli bağnazlık ve sindirme politikası olanlar, tek yaptığı Amerika ve büyük güçlerin maşalığı olan bir hükümetin üyelerinin; kendilerini iktidardan etmeye yönelik meşru/gayrımeşru harekete tahammülsüzlüğü yetmedi mi artık? Ele geçirdikleri hukuk sistemi, tamamen kadrolaştıkları polis hiyerarşisi ve tamamen sindirdikleri Ordu ile daha ne yapacaklar, ne kadar tahammül sınırlarını zorlayacaklar merak içerisindeyim.